Derleyen: Deniz  Karakurt 

Yöre: Burhaniye (Bünyan'a bağlı) ve Sarımsaklı (Melikgazi'ye bağlı) – Kayseri

 

Sivas – Kayseri karayolu üzerinde Lalebeli yokuşu bulunur. Burası geçmişteki taşıtlarla gerçekleşen ulaşım koşullarındaki zorluklar nedeniyle Lalebeli Geçidi olarak anılmış adı da öyle kalmış. Günümüzde de bu adla bilinir. Kayseri’nin Bünyan ilçesine bağlı Burhaniye köyüne dönen yol ayrımı bu yokuşun başlangıcı sayılır. Tırmanış Kayseri yönüne doğru günümüzdeki Sarımsaklı barajı yol ayrımına kadar sürer. 

Yine ilginç bir rastlantıyla buranın adının neden Lalebeli olarak kaldığına dair bir rivayet dinledim. Karayolundan çıkıp Sarımsaklı barajı yönündeki dinlenmeye uygun bir alanda rastladığım yaşlı bir amca anlattı. Öyküyü aklımda tuttum ama her ne kadar sonradan hatırlarım diye düşünsem de amcanın adını unuttum.

Bir zamanlar deve kervanları geçermiş, yakın mesafelere ise kağnılar gidermiş, atlarıyla ya da eşekleriyle insanlar yolculuk yaparmış bu yol üzerinde. Yokuşun yakınlarında kendince uygun gördüğü düz bir alanda izbandut gibi iri yarı, güçlü kuvvetli bir eşkiya oraya çadırını kurmuş gelen geçeni gözlermiş. Kervanlar halinde giden kalabalıklara bulaşmaz hiç sesini çıkarmazmış. Ama tek başına giden kendisine gücünün yetmeyeceğini anladığı tek başına veya iki kişi halinde yolculuk yapanları gözüne kestirince yollarını kesermiş sonra da dermiş ki; “Benimle güreş tutacaksınız, yenerseniz sizi burada konuk edeceğim, yedirip içirip ağırlayacağım, karnınızı doyuracağım, güzelce dinlenip ertesi gün yolunuza devam edeceksiniz. Ama eğer ki ben sizi yenersem elinizde avucunuzda ne varsa bana bırakacaksınız.” Bazen teke tek, bazen de gücü yetiyorsa, iki kişiye karşı aynı anda güreş tutarmış. İtiraz falan dinlemezmiş. Geçmiş devirler, oralar dağ başı zaten, birileri gidip devlete şikayet edene kadar yükünü tutar sonra da ortadan kaybolurmuş birkaç aylığına. Hem yöreyi de iyi bilir saklanırmış. Arayacaklar da bunu bulacaklar. Adamın bir de karısıyla kızı varmış. Kadın kocasının aksine incecik dal gibiymiş. Beli de daha inceymiş. Kız desen o da annesi gibi ince belli ince boyunlu. Bu kız bir laleye benziyormuş tıpkı. Çiçekler topluyormuş etraftan. Kızı görenlerin aklı başından gidermiş. Güreşte eşkıya bu yolcuları yere çaldığında kendilerine gelip, başlarına ne geldiğini ancak o zaman anlıyorlarmış. Yine günlerden bir gün, yoldan geçen öyle garip bir adamı gözüne kestirip yanına buyur etmiş. Biraz konuştuktan sonra da benimle “güreş tutacaksın” demiş. Yolcu “olmaz” diyecekken genç bir kız elindeki testiyle çıkagelmiş, içindeki ayrandan bir tasın içine bölüp genç adama vermiş. Laleler gibi narin bir genç kız karşısında duruyormuş. Sonra gidip çadırdan getirdiği tepsiyi de yere koyup üzerine sofrayı kurmaya başlamış. Yolcunun dili tutulmuş, kendini unutmuş, ne diyeceğini şaşırmış. Adam yine de güç bela aklını başına toplayıp, eşkıyaya, “Olmaz, ben güreş bilmem” dese de laf anlatamamış ötekine. Bir kendine bakmış bir eşkıyaya. Kendi onun yanında oldukça zayıf kalıyormuş. Karşısındaki kendisini elinde evirip çevirip yere vurur, anlaşılmayacak bir şey değil, göz var nizam var. Etme tutma dediyse de söz geçirememiş. Kispetlerini giyip güreşe hazırlanmışlar. O sırada yolcu Allah'a yakarmış beni bunun elinden kurtar diye. Duasının kabul olacağı tutmuş, bir fırtına çıkmış güçlü bir yel esmiş, şimşekler çakmış, çadırlar sallanıp yerinden oynamış ama haydut oralıklı olmamış. Bunun üzerine yolcu “Allah'ım yetmedi” demiş. Fırtına boran daha da artmış. Bu kez çadırlar yerinden sökülmüş, sofrayı alıp uçurmuş. Eşkıya inat etmiş. Yolcu “Allah'ım yetmedi” demiş. Artan fırtına adamın karısını sürüklemiş, kadın bir ağaca tutunarak kendisini güç bela kurtarmış. Kızı da büyükçe bir kayanın dibine çökerek korunmuş. Ama adam inadından vazgeçmemiş, ille güreşeceğiz demiş. Öbürü “Allah'ım yetmedi” demiş. Artık Güneş batıyormuş birkaç dakika geçmiş geçmemiş yarı karanlığın içinde pek çok insan görünmüş. Kendilerine doğru yaklaştıklarında bir de bakmışlar ki bunlar asker. Meğer padişah sefere gidiyormuş, arkasından onu izleyen lalalarından birisi yolda hastalanmış. Aslında durumu idare ederek yavaş da olsa ilerliyorlarmış. Ama bu fırtına kızılca kıyamet kopunca da mecburen durmak zorunda kalmışlar, gözlerine kestirdikleri o düz alana yaklaşmışlar. Orada bu fırtınanın içinde güreş tutmaya çalışan iki adamı görünce çok şaşırmışlar. Haydut tarafından güreşmeye zorlanan yolcu askerleri görünce diğerine dönüp; “Eğer söylersem ocağın batar” demiş. “Benden önce de kim bilir kaç kişiyi soydun böyle, ortaya çıkarsa ya asarlar ya hapse atarlar” demiş. Bu kez eşkıya şaşırmış, korkudan “Tamam saldım seni, yoluna git” demiş. Ama artık uyanıklık yapma sırası garip yolcudaymış. “Bu iş öyle kolay değil”  diye seslenmiş hayduda. “Ne olacak peki?” diye sormuş diğeri. “Kızını bana vereceksin, karım olacak” diye yanıtlamış. Eşkıya bakmış ki olacak gibi değil namusunun üstüne ant içmiş “Buradaki askerlerden bazıları da şahit olsun” demiş. Kendi aralarında konuşarak vardıklarında belinin üstüne yatan Lala’yı görmüşler. Anlamışlar önemli biri olduğunu selam vermişler. Bura bir dağ beliymiş ondan mıdır, Lala da hasta olduğu için belinin üstüne yatıyormuş, ondan mıdır? Hangisidir sebep bilinmez ama olay daha sonra anlatılıp insanlar arasında duyulunca Lala’nın Beli diye bir yakıştırma yapmışlar buranın adı için. Yani bu mevkinin ilk başlardaki asıl ismi Lalabeli’dir. Sonradan Lalebeli’ne dönüşmüştür.

Yaşlı amca dedi ki: Hatta söylentiye göre Lala ölmüş oraya gömmüşler, buralarda bir yerlerde, aşağıda Tuzhisarın karşısına denk gelen bir yerde. Mezarın yeri de yakın zamanlara kadar belliymiş, tarlada çift sürenler kaybetmişler zamanla. O yüzden buraya Lala-beli denmiş. Buralarda yaban lalesi yetişiyormuş diyenler var ama ben bilmiyorum. Kırmızı gelincik çiçekleri çok olur buralarda. Onlara lale denir mi, yoksa benzetmişler mi? orasını da bilemem.

Derlemeci notu / Tarihsel vaka: Lalebeli geçmiş dönemlerde ulaşımda çok fazla sorun çıkaran bir mevkidir. Bir örnek vermek gerekirse 18 Aralık 1919’da Sivas’tan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın arabası Kayseri’ye ulaşır ve konuk olacağı eve geçerler. Ancak arkadan kendilerini takip eden ikinci araç Lalebeli’nde kara saplanarak yolda kalır. Talas Amerikan Hastanesi’nin kamyonu gönderilerek kurtarılır. Gece yarısına doğru Mazhar Müfit Kansu’nun da aralarında bulunduğu yolcular gelirler ve sofra ondan sonra kurulur.

 

Derleyen: © Deniz  Karakurt 

İzinsiz paylaşılamaz. Kaynak belirtmeden alıntı yapılamaz.