Kaynak Kişi: Haydar Erdoğan
Köyün adıyla başlarsak... Burun kelimesi kara parçalarının akarsu veya denizlere olan girintisi anlamında kullanılmış. Köyün eski adındaki Viran, günümüzdeki Ören kelimesinin anlamı ise yıkılmış yer ve harabe demektir. Kızılırmak içine doğru uzayan kara parçası üzerinde kurulmuş ve ören kalmış bir köy anlamına gelir. Burunören’de yaşayan köy halkının dedeleri buraya gelip yerleştikleri zaman bugünkü köyün yeri için değil, bu adı ve benzetmeyi köyün yukarısında bulunan Acerkıraç mevkisindeki eski harabe ve yıkıntı köy için yapmışlar. Bugünkü köy ile bu eski yerleşim yeri arasında ise takriben sekiz yüz metre mesafe vardır. Yani oradan aşağıya Kızılırmağa yakın bir yere yerleşmişler. Önceki tarihlerde bu yerleşim yerinde yaşamış toplumların buralara ne isim verdiğini, bundan önceki adını bilmiyoruz. Tek bilinen Cumhuriyet öncesi Osmanlı Devleti zamanındaki kayıtlarda Burunören köyünün adının Burunveren ve Burunviran olarak da geçtiğidir.
Karpınar, İğdeli, Yerlikuyu, Körkuyu, Kaleköy, Karaözü ve Burunören köyünün de içinde olduğu yedi aşiretin zamanla konup bugün yaşamakta olduğu bölgeye «Avşar Alanı» denilmektedir.
Köy halkının kökeni Oğuz'ların Bozok koluna bağlı Avşar ve Bayat boylarındandır. 1960 yılından önce köyde dünyaya gelmiş olsalar dahi, bugün hemen hiç kimse köylerinin bir Avşar köyü olduğunu bilmezler. Bilinen tek şey Karaözü’lü komşularımızın yaptıkları şakalardan dolayı kendilerini aslında aynı anlama gelen Türkmen olarak adlandırdıklarıdır.
Araştırmacı notu: Bölgedeki köylerin ahalisine Yedi Bucak Avşarları adı verilir. Bu tanımlamayı genellikle çevre köylerdekiler yapmaktadırlar. Karaözü ve Burunören köylüleri ise kendilerine Türkmen demektedirler. Yedi ifadesi bu köylerin sayısının yedi tane olmasıyla açıklanır. Ancak Avşar Alanı köyleri 5 olarak tespit edilebilmiştir. Bunlar: Kaleköy, Yerliburun, Körkuyu, İğdeli, Karpınar olarak sayılır. Üstelik Kızılırmağın sol tarafındaki Burunören’in bu köylere dahil edilip edilmeyeceği tartışmalıdır, çünkü kaynak kişinin de belirttiği üzere köy ahalisinin böylesi bir tanımlama alışkanlığı yoktur hatta konuya dair bilgisi de yoktur. Karaözü köyünün ise bu yedi köyden birisi olmadığı konusunda yörede herkes hemfikirdir. Dolayısıyla köylerin sayısı 5 veya 6’da kalmaktadır. Buna karşın ırmağın karşısındaki Yerlikuyu köyünün, yan yana olan Yerliburun ve Körkuyu köylerinin birleşmesiyle oluştuğuna dair bir bilgi edindim. Bu durumda eski yerleşim yerleri dikkate alındığında sayı 7’ye tamamlanabilmektedir.
Doğup büyüdüğümüz içinde yaşadığımız Burunören köyünün de aslında ören (viran) kaldığını hemen her yaşlı kadın ve erkekten dinleyerek büyüdük ve de bizzat görüp şahit olduk. İlk olarak bir kaç hane olarak gelip yerleşen bu köy; önce mezra daha sonra, artan nüfusuyla bir zaman sonra köy olmuş. Fakat ülkede bitmek, tükenmek bilmeyen savaşlar nedeniyle zaman içerisinde genellikle erkek nüfus yok olup gitmiş. 97 harbi olarak bildiğimiz Osmanlı - Rus savaşı sonrasındaki onu takip eden yıllarda erkeklerin; Yemen, Filistin, Fas, Trabulusgarp savaşlarında ve arkasından başlayan Kurtuluş Savaşı nedeniyle seferberlikte hepsinin şehit olup, cephelerde kalmasından dolayı gerçekten de hepsinin ocağı “Kör” kalmış, köyleri de “Ören” olmuş. Bunların üzerine eklenen çaresi bulunamayan bulaşıcı hastalıklardan ölen kadın ve çocuklardan dolayı köyün nüfusu hızla azalmıştır.
1925 yılına kadar Burunören köyünde yaşayan insanların çeşitli nedenlerden dolayı azalmasıyla, çok sayıda hane (ev) sahipsizlik nedeniyle yıkılıp adına uygun olarak ören olmuş. Savaş sonrası Burunören çoğunluğu; kadın ve çocuklardan oluşan kimsesizler, boynu bükükler ve çaresizlerin beraberce yaşamaya mecbur olduğu bir köy haline gelmiştir.
Tarlasında, bağında, bahçesinde yaşlı erkek, dul kadın ve öksüz çocuklar karınlarını doyurabilmek, yaşamak için anası, bacısı ve küçük kardeşleriyle beraber yıllarca mücadele etmişlerdir. Daha sonraki yıllarda dullar beldesi haline gelip, azalan nüfus nedeniyle bol tarla ve arazilere sahip olan Burunören köyü, peşi peşine devam eden savaşlardan kurtulup gelen veya savaştan firar edip kaçıp gelen yakın köylerdeki erkekler tarafından, babalarından kalan malları üzerinde ziraat etmek, o mülklere sahip olmak için akına uğramıştır. Bunların hepsi köylerini terk ederek evlilik yapıp içgüveği olarak evlendikleri dul kadınların babalarından veya kocalarından kalan Burunören’deki evlerine yerleşmişler. Bu evlilikler sonuncu 1960’lı yılların başlarına kadar çoğalan nüfus nedeniyle yapılan bir ilkokul kafi gelmemiş, köyün çocukları ek sınıflarda veya boş köy evlerinde öğrenim görmeye mecbur olmuştu.
Burunören köyü en çok nüfusu 1965 yılında barındırmıştır. Nüfus sayımına göre 397 kişi olan bu sayı daha sonraki yıllarda fakir halkın başka yerlerde iş bulup çalışmak için köyü terk etmesi neticesinde başlayan göçle birlikte ne yazık ki nüfus düşmeye devam etmektedir.
Anadolu’ya ilk gelip yerleşen Türkmenler ile sonradan göç edip gelenler arasında ihtilaflar çıkmıştır. Çeşitli nedenlerle başlayan bu olaylardan biriside Burunören’deki Emir’ler sülâlesinin ve çevre aşiret köylerin göç nedeni olarak gösterdiği Kuğu Kız hikâyesidir. Çevre köylerdeki aşiret mensuplarının da aynı anlatım ve ifadelerine göre yönetim bakımından Osmanlı devletine bağlı olan Halep Hamovası’nda, başka bir aşiret beyinin çok güzel bir kızı varmış. Bu kızla evlenmek isteyen gençler arasında çıkan kavga kısa zamanda büyüyüp genişlemiş. Kavgaya büyüklerinde girmesiyle silahlar çekilmiş ve Kuğu Kız için çıkan çatışmada bir kaç kişi silahla vurularak öldürülmüş (Kaynak kişiler: Burunören’den Zülfikar Doğan ve Karpınar köyünden Bekir Efendinin anlatımı). Ölen hangi taraftan bilinmez ama bugün köye ilk gelip yerleşen Emir’ler sülâlesi ve aşiretin diğer mensupları çareyi orayı terk etmekte bulmuş. Çatışmaya katılan Avşar aşireti yüzlerce koyunları, malları ve develeriyle Halep’den göç etmişler.
Yaşadıkları bölgede Hamed uşağı olarak bilinen Göçer Ali oğulları ile kardeşi Emir Hoca karısı ve üç oğlu ile diğer sülâlelerle beraber Gaziantep üzerinden Maraş’a oradan da konup göçerek Kayseri il sınırlarına girerler. Geçtikleri yerlerde konaklayarak ilerleyen Avşar - Türkmen aşiretinden olan bu aile, beraber göç ettikleri diğer sülâlelerden aileler ile beraber göçün kış mevsimine rastlamasından dolayı, bugün Sarıoğlan’a bağlı Üzerlik köyüne sınır olan Karahıdırlı denilen köye gelip geçici olarak oraya yerleşmişler. Mevsimin kış olması nedeni ile orada bir kış geçiren sayıları 10 ile 15 (hane) aile olan bu göçerlerin amacı gidecekleri belirli bir yer olmadığı için, her zamanki gibi oradan hareket edip kendileri için uygun bir yer buluncaya kadar göç etmeye devam etmektir. Ancak 40 ile 70 yıl kadar orada yaşadıklarını söyleyenler var. Bu kabileler göç edip gelirlerken yanlarında develeri ve çok sayıda küçükbaş hayvanlarını da getirmişler. Hamed Uşakları Karahıdırlı köyünde geçici olarak konaklamayı düşünürlerken tahminen 40 – 50 yıl orada kalıp yaşamışlar. Fakat bazı nedenlerden dolayı oradaki Avşarlarla araları açılması üzerine barınamayan Hamed Uşakları bir ilkbahar sabahı oradan hareket edip, bugünkü Burunören köyü topraklarına gelir ve yerleşirler.
Oradan göç etmelerinin nedeni ise ticaret yolu üzerindeki Lalebelini mekan tutan genellikle Pınarbaşı ve Bünyan Avşar'larının Tuzhisar ve Palas’da yaşayan Avşar’lar ile birleşerek sık sık geceleri baskın yapıp Bucak Avşar'larının mallarına zarar vermelerinden dolayıdır. Artık oralarda kendileri için yaşamın kalmadığını anlayan aşiret, Karahıdır’lı (Karahıyat) köyünden bir ilkbahar sabahı hareket ettikleri gün aylarca beraber kader birliği yapmış olan bu ailelerin artık ayrılma günleri de gelmiş olur. İşte 20 - 30 hanelik bu göç, yerinde kuru otlardan ve kuru topraktan başka hiç bir şeyi olmayan, bugünkü köyün üzerinden geçip, göç halinde yollarına devam edeceklermiş. Fakat göçten bazı kadınlar ve çocuklar yorulmuş. Bunun üzerine konaklayıp biraz dinlendikten sonra yola devam etmek için Konalga denilen yere göçlerini yıkmışlar. Orası bugün Bent ile Büyükada (çücüklü ada) arasındaki geniş ve yeşil alandır.
Araştırmacı notu: Kayseri-Sivas karayolunda Sarımsaklı baraj girişinin olduğu yerden itibaren Tuzhisar-Tepebaşına kadar 7-8 kilometrelik yokuşa Lalebeli adı verilir. Lalebeli’nden Burhaniye'ye dönen yol kavşağında, tarım arazisi içinde yer Dolma Tepe adıyla bilinen bir de Höyük bulunur.
Bu meralar alabildiği yere kadar bomboştur. Ayrıca Konalga’nın Kızılırmak ve bizim Sarıoğlan suyu dediğimiz Kesdoğan çayının hemen yakınında olması orayı daha cazip kılar. Hamed Uşağı deve meraklısı olup, geçimleri develeri ile yaptıkları nakliyata bağlıdır. Suyun etkisi ve arazinin düzlüğü nedeniyle merada çayırlar, otlar diz boyu büyümüş ve develerin çok sevdiği kangal dikenleri (Karaözü’lüler deve-genirden demektedirler) olması bu göçerleri çok sevindirmiş.
Fakat kendileriyle gelen diğer sülâleler oraların kendilerinin de yerleşmesi halinde yetmeyeceğini düşünerek oradan göçüp, bugünkü Karpınar, İğdeli, Yerlikuyu ve Körkuyu köylerinin yerlerine konup bu köylerin temellerini atmışlar. Diğer taraftan Hamed uşağı sadece hayvanlarını düşünerek verdikleri kesin bir yerleşme kararından üç ay sonra ne yazık ki hiç düşünemedikleri bir doğa olayı ile karşılaşırlar. Kızılırmak ve Sarıoğlan suyunun taşması ile ev olarak kullandıkları kıl çadırları sel suları altında kalır, çadırlarını sel basıp, çok sayıda keçi ve koyunlarının sel sularına kapılıp telef olmasına neden olur.
Hamed uşağı üç ay kadar Konalga denilen yerde konakladıktan sonra, akıllarına bölgede sel sularının çıkamayacağı, yerleşmek için uygun bir yer aramak gelir. Arayış içine girerek, Kızılırmak suları içine doğru uzanmış burun şeklindeki yere, yani bugün Burunören köyü denilen yerde yerleşmenin en uygun olacağı kararına varmışlar.
Hatta aşiretten bazıları, daha önceden yerleşim yeri olup, terk edilen bugün bizim Acerkıraç dediğimiz mevkiye yerleşmeyi ister. Fakat harabe şeklindeki yıkıntıları gören bazıları "Eğer burası yurt olsaydı burada yaşamış şu evlerin, barkların sahiplerine olurdu. Bakın ören olmuş, her taraf yıkık, buradan hayır gelmez; deyip oraya yerleşmekten vaz geçirmişler.
Aşiretten bazı aileler o zamanlar tamamen boş olan bugün aşiretler dediğimiz; çevre köylere yerleşirken, Emir Hoca, kardeşi Göçer Ali ile Burunören’e evlerini yapmışlar.
Hamed’in dedeleri ile onun kardeşleri ve yakınları yer, yurt ve bark edindikten sonrada koyun keçi gibi küçükbaş hayvan sayısını azaltıp, develeri ile taşımacılık yapmaya başladılar. Emir Hoca ve Göçer Alioğullarının geçim kaynağı böylece güneyden kuzeye develeri ile mal taşımakla ve satmakla başladı.
Develerinin yemesi için Kızılırmak yatağındaki alabildiğine büyüyen yılgın ağaçlarını, boş kullanılmayan uçsuz bucaksız tarlalardaki kangal ve kertivan dikenlerinin hevesine, içmek için suyu olmamasına rağmen Burunören köyünü diğer çevre köylere nazaran yerleşmek için en uygun yer olarak seçen Emir Hoca ve kardeşi Ali ilk yıllarda göçer yaşamayı dener. Fakat daha sonraki yıllarda kendisi için ev, sürü koyunları için ağıl ve malları için büyük ahırlar ile develerin barınması için develikler yaparak yerleşmişler.
Onlardan başka aslen Erzurum'lu olup önce Emlek bölğesindeki Alakilise köyüne oradan Burunören köyüne gelip uzun yıllar yaşamış olan Hasanağazade Rehim Ağa denilen bir kişi daha yerleşir. Bu şahısın aynı zamanda bugün Burunören'lilerin Değirmen Ocağı dedikleri yerde bir değirmeni varmış. Bu kişi orada değirmencilik yaptığı veya yaptırdığı için de o mıntıkaya bu ad verilmiştir. Killik de denilen yerdeki bir çok tarla onun tapulu malı olarak görülmektedir. Konalga denilen yere ve Kesdoğan (Sarıoğlan) suyunun aktığı o yerde değirmen olması ve Yahyalı Burunören ve diğer bazı köylerden getirdikleri buğdayların burada üğütüldüğü bir gerçek.
1800 lü yılların ilk başlarında köye sonradan göç gelen Oğuz'ların Bayat boyuna bağlı Ağcalu cemaatından bir kaç aile önce İğdeli köyüne oradan da göçerek Burunviran köyüne gelip yerleşmişlerdir. Burunören'de büyük bir sülale oluşturan bu sülale Ağcalılar olarak bilinmektedir.
Acıpınar'daki yerleşim yeri: Büyük dağ ve şimdiki üç tepe dediğimiz yerlerin tümü aşağı eteklere kadar meşe, çam ve ardıç ağaçları ile kaplı olan çok sık ormanlık bir bölge imiş. Daha sonraları buralarda yaşayanlar tarafından kesilerek yok edilen bu ormanlara bugün rastlamak mümkün değildir. Çünkü yerine yenisi dikilip korunmamıştır. Bugün bizim Acıpınar olarak bildiğimiz o alan Anadolu’da yaşamış olan halklara ait bir yerleşim yeridir. Bugün hala toprak altında olan bu yerleşim yerine ulaşım o zamanlar büyük dağın arka tarafından ve Ziyarat dediğimiz taraflardan yapılmış. Burunören köyü ve toprakları o zaman Kızılırmağın suları altındaymış. Her şeyi yukarıdan dağlardaki yamaçlardan seyreden o zamanın orada yaşayan halkı geçimleri için ekim alanı olarak dağın arka taraflarını kullanmışlar. Yalnız bu yerleşim yerlerinin adları ilgili herhangi bir yazılı kayıt yoktur. O neden ile bu yerleşim yerlerinin adı bilinmemektedir. Bu yerleşim yerlerinin hangi nedenlerden dolayı toprak altında kaldığının ise tespiti yoktur. 1963 yılı idi. Bir gün büyük dağın yamaçlarındaki ekili nohut tarlasını çapalamak için giderken çok eski, üzerinde bir baş ve okuyamadığım harfler bulunan bir madeni tunç para buldum. Bulduğum yer ise Acıpınar mevkisinin altı olup bu parayı bir gün önce yağan yağmurun selleri getirmişti. Daha sonra bu para köydeki yıkılan kerpiç evin altında kaldı ve bir daha da bulamadım. Bugün dahi o yerleşim yerinin üzerinden geçerken, yer altından sanki altı boş gibi bir ses gelir ve hemen bu hissedilir. En önemli ve inandırıcı başka bir kanıtı ise oradaki aşağıya doğru inen bir mermer merdivenin oluşudur.
Acerkıraç yerleşim yeri: Karaözü kasabasından Kaleköy’e giderken sol tarafta kalan ve Mezarlıburun olarak bilinen Ermeni köyü gibi Acerkıraç’daki köyde yıkık bir harabe şeklinde aynı yıllarda terk edilmiştir. Bu bölge kıraç ve sürülmeyen bir yerken 1948 yılında köylüye taksim edilip, o tarihten sonra Acerkıraç mevkisi köylü tarafından tarla olarak kullanmaya başlandı.
Bölgedeki diğer eski bir yerleşim yeri de, Yukarıbucak denilen bölgedeki bentden köye gelirken Muhitdin’in Tarlası denilen yerin üst tarafında, yani Üçtepeye bakan kısımdaki yüksek kalan yerde yine tam olarak bilinmemekle beraber tahminen Ermenilerin yaşamış olduğu eski bir Ermeni köyünün varlığı bilinmektedir. İsmi bilinmeyen bu köy yerinde eski kullanılmış bazı eşya kalıntılarına, yıkıntılara ve ölen kişilere ait insan kemiklerine rastlamak mümkündür. Diğer taraftan Üçtepe dediğimiz dağın arka Sarıoğlan yoluna bakan kısmında kalan kısmın aşağı eteklerinde de aynı yıllara ait olan yine bir eski köyün var olduğu kalıntılarından bilinmektedir. (Sözünü ettiğim bu eski yerleşim yerlerinde bazı, kişiler kaçak kazılar yaparak ve eski tarihi eserler arama girişiminde bulundukları görülmektedir.) Burada da kalıntılar bulundu. Yakılmış küller, evlere ait temel taşları ve elle kullanılan taş el değirmeni (cendere) bunlardan bazılarıdır.
Karşıdaki Karpınar köyü yöresinde eskiden Ermeni köyleri bulunmaktaymış. Köyde Ümmet Dede olarak bilinen ve yağmur duası yapılan tepede geçmişte bir kilisenin bulunduğunu ve burasının bir ermeni mezarlığı olduğu da söylenmektedir.
Dede Garkın ocağına bağlı Şeyh İbrahim ocağı Karaözü köyünde Kızılırmak kıyısındaymış. Zaviye kalıntısı 1970’lerde yol yapımı sırasında yok edilmiştir.
Kaynak Kişi: Haydar Erdoğan
(Orta Asya'dan Anadolu'ya Bir Göçün Tarihi - Oğuz Boyları / Bucak Avşarları kitabı esas alınarak.)
Yer: Burunören Köyü – Sarıoğlan / Kayseri
Düzenleme: Deniz Karakurt


