Yazan: Todur Zanet
Gagavuzca’dan çeviren: Deniz Karakurt
Çevirmen notu: Gagavuzca’nın söz dizimini ve cümle yapısını elden geldiğince koruyarak ve hatta bazı fiillerin çekimlenişinin özgün biçimine uygunluğunu sağlayarak gerçekleştirdiğim bu çeviride bazı sözcükleri de anlamlarını vererek aynen (bire bir) aktardım. Ayrıca belirtmek gerekir ki; “hem” sözcüğü Gagavuzca’da “ve” anlamında kullanıldığı için, kimi zaman çevirisini yapmama karşın bazı yerlerde ise anlam bozulmadığı için olduğu gibi bıraktım. Bence özel ve sıradışı bir yazıdır, üstelik son derece de keyifle okunmaktadır.
(Alegoriya anlatması)
Kaz Köyü'nde çok kaz vardı. Bu kazların olması da köye "Kaz" adını vermişti. Gerçekte onun adı "Yazlık Köyü" idi, ama kazlar hepsini [herkesi] artık alıştırdılar "Kaz Köyü" demeye, zira buraya gelen tüm insanları kaz sürüleri karşılardılar ve o sürüler rahat-rahat gezerdiler her yerde, nerede isterdilerse – her yerde, nerede yeşillik ve çaylamık otu [ayrık otu] ve semiz otu vardıysa.
Kaz Köyü'nün kenarından, köyün uzunluğuna bir derecik geçerdi. Ama şöyle olduydu, hani köyün ve dere çayırının arasında bir şüşava [kuru – şose] yolu yapıldıydı da kazlar günde iki kere bu yolu geçerdiler: sabahleyin – dereye doğru kaçarak, akşamleyin de – yavaşçacık, iki tarafa sallanarak, eve doğru gelirdiler. Belki tüm şoförler bunu bilirdiler de, kazlara saygı duyarak, şüşavadan pek yavaş hem de kuşkulu [temkinli] geçerdiler – kazlara zarar vermemek için (deyni).
Yıllar boyunca kazların yaşamasında, sadece dereciğin suyunun akmasından başka birşey değişmezdi. Gün kalktığı zaman, köylülerin hepsi açardılar kümesleri de (proçkaları – çubuk, değnek; kapı sürgüsü) herbir avludan (auldan), patular [erkek kazlar] başta, birer kaz sürüsü sesli koşuşurlardı (kopuşardı) hem kanat çırpmalarıyla (düümelerinnän – dövmeleriyle) çabucak şüşavayı geçip, ötesinde (şüşava aşırı) bulunan dereciğe kaçışırdılar (kaç-kaşardılar). Burada, derecikte, dalıp, çırpınıp, paklanıp, sabah kahvaltısına (sabah ekmeklerine), hani otlamaya başlardılar. Otlamak birkaç saat sürerdi. Sonra, güneş gök göbeğine yetişince, kazlar da öğlenliklerini (üülenniklerini – öğle yemeklerini) yapmaya değin (deyni) yollanırdılar köyün parkına. Ama hepsi değil ya! Sade bir-iki sürü, hani parka yakın evlerde yaşayanlar. Kalan sürüler çayır içinde kalırdılar.
Köy parkını bu kazlar pek severdiler. O çimen için değil, hani orada ekiliydi, ama o rahatlık hem gölgeli serinlik için, orayı bulmaya giderdiler şüşava yolundan nice uzaklaşıp. Parkın çimenini kazlar otlamazdılar, daha çok onların üstünde yatardılar. Doğrusunun doğrusu şu ki, hani yol boyu ve çayır içinde çaylamık (ayrık otu) hem semiz otlarından sonra onların kursakları (guşaları) dop-doluydular da park çimenini yemeye sıra gelmezdi.
Nice de olsa, kazların ve köy parkının arasında bir dostluk ve saygı (saygılık) vardı. Kaz Köyü'nün insanları da buna alışmışlardı. Kimsecikler kazlara birşey demezdi hem de onları parktan dışarıya çıkarmazdı (kırlatmazdı).
Belli ki, kazların yerlerinde küçük dışkılar gibi şeyler de her yerlerde darmadağındı. Çünkü kazlar, kuş oldukları için, zorları geldiği zaman bulundukları yerlerde ötürürlerdi [öttürärdilär – dışkılardılar]. Onlar daha çok bunları yapardılar derecik içine hem onun kenarlarına, çayıra. Ama ne zaman ki (açan) yollanırdılar eve ya da köy parkına, zorlarını orada da başarırdılar.
Köy parkının yanında bulunurdu köy derneğinin evi, ama kazlar hiç bir kere o evin önüne gitmezdiler, sanki hissederek (sansın duyarak), hani oraya gitmek olmayacağını. Bu evde çalışanlarsa (işleyenlerse), öğlen vakti, bir yudum taze soluk almak için, sık-sık parka çıkardılar ve burada rahatlanarak, besili (besli) kazların uslu uyuklama dinlenmesiyle sürünün sıralamasına tanık olurdular: patu ortada – kazlar dolayında [çevresinde]. Kazlar da, köy derneğinin insanlarını ve başını da artık tanıyordular hem onları kısa “ga-ga-ga” bağırmakla selamlardılar, neden sonra vakit ilerleyince (ileri doğru) uyuklardılar.
Kazlar hiç bir kere sıslamazdılar [tıslamazdılar]: ne köylülere, ne köy derneğinin işçilerine, ne de başka, eğer yabancı da olsa, bir insana. Bu düzen yıllardır kurulmuştu ve boy boydan [soy soptan], genetik nedeniyle, kazdan kaza geçerdi. O düzeni de bozacak kimse yoktu, zira köyceğiz küçüktü hem merkezlerden uzakta bulunurdu, insanı da cana yakındı hem de zararsızdı. Bir şüphesiz husus var nice demeye, hani kazlar da Kaz Köyü'nün köylüleriydi.
Ama, amanın aması da olur!
Bir gün, Allah mı, başkası mı, neredense yollamıştı, yoksa (osa) kendisi mi yollanmıştı, Kaz köyüne bir “büyük çorbacı” insanını [çorbacı: patron, işveren]. Onun arabası (maşinası) yavruşka [fırtına / kasırga] gibi geçti köyün şüşavasından, daran-peran [darmadağın, permeperişan] ederek kaz sürülerini, hani tam yollandıkları anda çayırdan parka doğru. İki sürünün patuları da, belki köyün ömründe (yaşamasında) ilk kere, büyük ve sert sıslamakla geçirdiler bu bağını koparmış (sincirdän kopma) arabayı. Arabaysa köy derneğinin yanında durmuştu (durgundu) da onun içinden çıktı bir tantalalı [şatafatlı] giyimli hodul [mağrur] “büyük çorbacı” insanı. Kimdi o – patuların hiç umurunda da değildi. Onlar da, sürülerini toplayıp, gene parka doğru yollandılar.
Parka ulaştıkları (etiştikleri – yetiştikleri) zaman, sürüler kendi yerlerine yerleştiler de yine, nice de her defa olduğu gibi, parkın serinliğinde uslu uyuklamaya başladılar. Kazlar bir uyku uyudular, sonra bir daha, ama köy derneğinin insanları, niçinse, parka gelmezdiler, besbelli çok işleri vardı.
Aradan haylice vakit geçti, ne zaman ki parkın girişinde peydahlandılar köy derneğinin başı birkaç yardımcısıyla ve o arabadan çıkan o insan, korumasıyla birlikte. Patular bilirdiler, hani o koruma, çünkü hesap aldıydılar, hani o hep kanatlarını yayar bu insanın üstüne.
Ne zaman ki, bütün bu alay, arabadan çıkan o insanın önderliğinde girdi park içine, o insan, kazları göstererek, başladı sert takazalamaya [azarlamaya] köy derneğinin başını ve ziyancılarını (zaametçilerini – zahmetçilerini; diğer anlam: hizmetçilerini) o nedenle, hani köylüler için yapılan bu parkta bu kuşlar bulunurlar da park yerini ne ederler (nestederlär). Köy çorbacısı [patronu] uğraşırdı (savaşırdı) anlatmaya, hani kazlar da bu köyün köylüleri, ama insan işitmeyi istemezdi, çok (may – pek, çok) bağırarak emir vererek kazları kovsunlar buradan. Alaydan ayırıldı bir insancık da, sürülerin yanına yaklaşıp, yalpak (nazikçe, usulca) dedi ki kazlara: “Hadi, şimdilik gidin buradan! Sonra yine gelirsiniz!” Sonra o insancık, ellerini yayarak, başladı kazları park dışına kovmaya. Patular anlamazdılar niçin olur bu, ama insancığı çoktan bildikleri için, ister-istemez dinlediler (seslediler) onu. Park içinden çıkarken patuların birisi çevirdi kafasını alaya doğru da gördü arabadan inen o “büyük çorbacı” insanın suratında fasıl ve sinsi (titsi – titretici) bir gülümseme…
Kazlar çıktılar parktan da, şüşavayı terkedip (ayıkırlayıp – başka bir tarafa yönelip), çayırın kenarında yerleştiler, ikide-bir de kafalarını kaldırıp hem bakarak ne oluyor şüşavadan öte yanda diye…
Şüşavadan öte yanda ise işler uslanmaya başlamıştı. “Büyük çorbacı” insanın başkanlığında parkı oradan-oraya gezip, alay döndü köy derneğinin evine de, eşiklerden geçip, ev içinde kayboldu. Birazdan oradan çıktı bir adam da arabanın şoförünü çağırdı…
Kazlarsa biri bile kıpırdamazdılar. Onlar yatardılar şüşava boyu çayırın kenarında da durmaksızın hep bakardılar köy derneğinin evine doğru hem onun önünde duran arabaya. Birazdan patuların birisi kendi kaz dilinde ne dediyse kazlar biri-biri ardı dizilip, patu başkanlığında, yollandılar arabanın yanına. Yetiştiğiyle arabanın yanına patu, “ga-ga” deyince, kazlar durdular. Sonra patu bağırdı “ga-ga-ga” diye, tüm kazlar başladılar çımkırmaya [haykırmaya] arabanın dolayında. Bu çımkırma [haykırma] sırası bitince, patu gene “ga-ga” dedi de kazlar, asker gibi biri-biri ardı patunun ardına dizilip, yollandılar şüşavanın öte yanındaki eski yerlerine de topluca yattılar orada.
Aradan bunca vakit geçti. Hava başladı bozulmaya. Gökte peydahlandı birkaç bulut. Nereden-nereye rüzgarcık da (Lüzgercik) çıktı – gitgide o da güçlendi. Kazlar sokmuştular kafalarını kanatlarının altlarına da öyle uyuklardılar. Sadece (salt) patu uyumazdı. O, bir bekçi gibi, durmaksızın (durmamasına) hep bakardı köy derneğinin evinin kapısına. Birden kapı açıldı da şen şamatalıkla insanlar dışarı çıkmaya başladılar. Patu hemen “ga-ga” dedi de tüm kazlar, kafalarını kanatlarının altından çıkarıp, başladılar (çekettilär – çekettiler) izlemeye o insanları.
Rüzgarsa (Lüzgärsa) güçleniyordu. Onun esmesinden “büyük çorbacı” insanı sendeliyordu. Eşikler bittiğinde [eşikten çıktığında] koruması istedi cenaplarına yardımcı olmaya da uzattı elini. İnsansa o eli iterdi de bastığıyla kazların saçtığı o küçük dışkıların birisine, ayağı kayıp buruldu [burkuldu] da tam topuzundan kırıldı. İnsan acıdan bağırdı. Bu bağırmayı işiten kazlar, bire-bir “ga-ga-ga” bağırarak ve araba tarafına doğru sıslayarak, kanatlarını döverek döndüler de kaçarak kendilerini dereciğin suyuna bıraktılar (basettiler).
Yazan: Todur Zanet
Tarih: 25/09/2021
Kaynak: Ana Sözü Gazetesi; № 17-18 (780-781)
Yayın Tarihi: 30 Eylül (Ceviz ay / Sentäbri) - 2021
Çeviren: Deniz Karakurt
Kazların Kin Çıkartması
- Deniz Karakurt
- Yazılar