Bir yaz tatilinde Sivas'taki evimizde balkonda otururken kafamı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Elektrikler kesilmişti, gökyüzü ışıl ışıldı. Işık kirliliği kalkmıştı göğün önünden. Samanyolu oradaydı onbinlerce, milyonlarca yıldır. Gerçekten de, bir kağnının giderken ardından döktüğü samanlardan oluşmuş gibiydi. O samanların üzerinde tavşanlar koşturuyordu, bir durup bir sıçrayarak. Bilime sevdalanıp anlamaya çalıştıkça daha anlaşılmaz gizemler öğrendim. Işık hızını, görecelik kuramını düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal aldı herşey; sırları çözelim derken esrarengizliğin içinde boğulduk. Aslında var olmayan bir göğe bakıyorduk. Şöyle ki… Bir yıldızın yaydığı ışık sahip olduğu hızla milyonlarca hatta milyarlarca yılda ulaşıyordu gözümüze. Ancak bir yıdızın ömrü de yine buna benzer süreler kadardı, hatta daha kısaydı. Dolayısıyla gönderdiği işık bize ulaşana kadar o yıldız çoktan ölmüş oluyordu. Yani baktığımız uzayın çok büyük bir kısmı çoktan değişmiş durumda yani orada değil. Ama biz onun gemişteki görüntüsüne bakıyoruz; tıpkı ölmüş sanatçıların filmlerini izlemek gibi… Geceleyin gördüğümüz gök bile gerçek değil, bir yalandan ibaret.
Yeryüzünde dümdüz ilerleyerek hareket eden bir kişi doğrusal bir yol izlediğini zanneder oysa ki Dünya'nın şekli gereği bir çemberin parçası olan bir eğri üzerinde ilerleyecektir. Peki neden doğrusal olarak algılıyor? Mesafe, kişinin kendisine oranla bu durumu algılayamayacak kadar çok büyük olduğu için. Örneğin bir kişinin ekvator çizgisi üzerindeki bir otoyolda hareket ettiği düşünülürse, dümdüz bir yolda gittiğini sanacaktır. Aslında farketmeden çember çizmektedir. Güneş Sistemi de, diğer tüm galaksiler de, yörüngeler de, hatta Uzay'ın kendisi de eğrisel bir yapıya sahiptir. Zamanda ileriye doğru giderken de doğrusal olduğunu sanıyoruz. Ya aynı durum zaman için de geçerliyse...
Zaman ileriye doğru akıyor diye öğretirler hep bize. Geçmişten geleceğe. Ezelden ebede… Bu iki kavrama gelince takılıp kaldı bir gün zihnim ve aklım... Ebed ve ezel (Öz-Türkçe kelimelerle; belki Bengü ve Beyrü) ne demekti? Başlangıcı ve sonu olmayan... İnsanın bunu anlayabilmesi gerçekten çok zor. Bir kere insanın kendi yaşamının bir başı ve sonu vardır. Ezeli ve ebedi olmak dinsel görüşler içerisinde Yaradan’a özgü kavramlar olarak görülür. Gerçekten de bilim şu anda kainatın da bir başlangıç noktasının olduğu ve bir sonunun da olabileceği ihtimali üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak yine de bilimsel verilere göre bu başlangıç an’ı bile sadece tahmin edilebilmektedir. Bizim Güneş gününü esas alan ölçülerimize göre de milyarlarca yıl ile ifade edilmektedir. Bu tahminlerin de ne kadar doğru olduğu şüphelidir. İnsanın yeryüzünde yaklaşık 20 bin yıllık varlığı izlenebilmekte. Peki kainatın yaşına dair yapılan tahminde bir milyar yıllık bir yanılmanın içinde kimbilir neler olmuş olabilir. Geriye doğru yeterince uzun bir zaman dilimi varsa ve bunun da tam olarak nerede başladığını asla bilemiyorsak o takdirde aslında gerçek bir takvim ve ölçü olanağı yok demektir. Zaten geleceğe doğru da ne kadar ileriye gideceğini hiç bilemediğimiz tüm tahminlerin, varsayımların bir yerde yetersiz kaldığı bir muamma olan zamanı ölçmek için öyleyse geriye tek bir yol kalır; yapay başlangıç noktaları belirlemek… Öyleyse zamanı ölçtüğümüz sistem de görecelidir. Bu mantığı biraz daha işletmeye devam edersek ulaşacağımız başka bir sonuç daha vardır. Zamanı ölçebilmek için birbiri ardısıra geçiş yapan bir olguya ihtiyaç vardır ve bu geçişin de düzenli ve insani yetilerle ölçülebilir olması gerekir. Örneğin günü ölçmenin bilinin en eski ve en doğal hatta en mecburi ve en güvenilir yöntemi Güneş’in veya Ay’ın gökyüzündeki konumlarına yani aslında aynı noktadan art arda geçişlerine bakmak ve varsa düzeltme için bu geçişlerdeki sapmaları belirlemektir. Peki ya başka bir gezegende yaşıyor olsaydık? Tüm her şey bambaşka olacaktı. Saat bir düzeneğe bağlı ibrelerin aynı noktadan tekrar tekrar geçişi üzerine kuruludur. Yani ileriye doğru giden bir şey yoktur aslında, bir döngü vardır. İlerlediği sanılan dijital saatler ve kronometrelerin işleyişi bile aslında elektrik akışını saate yansıtan elektronların atom çekirdeği etrafında dönüşü üzerine kuruludur. Yaşam bir döngüdür. İleriye doğru giden bir şey yoktur. Zaman bile… Bilinen maddi alem içerisinde de hiçbir şey sürekli değildir, süreksizlik esastır. Her şey kesintiye uğrar. Kesintisiz gibi görünse bile uyku da olağan yaşantımıza ara verilir.
Döngüsellik ve süreksizlik arasında ilişki bence evrenin göreceli olması bağlamında yeterince açıklanmış değildir.