Konu: Kayseri’nin Sarıoğlan ilçesine bağlı Burunören köyünde anlatılan bir öykünün derlemesi.
Kaynak Kişi: Haydar Erdoğan
Size kitabım içerisinde yazdığım köyümüzde yaşandığı söylenen bir öyküyü aktarmak istiyorum.
Al basması, gözle görünmeyen güçlerin, doğumdan sonra yeni anneye görünüp ona musallat olma durumudur. Bu gibi hallerde anne gözüne bazı kimselerin başkalarının şekline (kıyafetine / kılığına) bürünüp geldiğini ve kendine yaklaşmak için çeşitli hareketlerde bulunduğunu, tatlı dil dökerek, bazılarının da öfkeyle ve zorlayarak yaklaşmaya çalıştığını söyler. Eğer yakınlaşma veya temas olmuş ise; kötü sonuçlar ortaya çıkar ki buna köy dilinde "albasması" denir. Buna çalınma (felç olma durumu) denilmiş olup, bunun etkisinden çocuğun dahi öleceğine inanılır. Türkmen, Avşar ve Yörüklerde al basması inancı hala yaygındır. Al denilen gözle görülmeyen bu varlık, insanlara muhtelif suretlerde görülmektedir. Sarıkız olarak da görülen alkarısı, yahut albastı insanın ciğerini alıp götürür. Köyde bu gibi inançlar ile ilgili eskiden beri söylenip gelen bazı anlatımlarda vardır. İşte bu söylentilerden bir tanesini biliyorum.
Al basmalarına karşı lohusa yatanlara giydikleri elbiselerinin ucundan keserek verip, onları korkmadan güvenle uyumalarına inandıran ailelerinden biri olan ve köyde Ese’nin Ahmet diye tanınan ailenin dedelerinin birinin başından geçtiği ve o nedenle "al ocağı" olarak bilinmelerine neden olan bu olayın şöyle gerçekleştiği söylenir.
Bir gün bu ailenin büyüklerinden bir kişi, köyün dışında bulunan tarlasına öküzleri ile çift sürmek için gider. Bir kaç dönüm yer sürdükten sonra, dinlenmek için oturur ve sonra yan üstü uzanır. Aradan fazla geçmeden bu adamın kulağına tarlanın yakınında bulunan in (küçük mağara) tarafından, inin içinden ağlayan çocuk sesleri gelmeye başlar. Adam hayretler içinde kalır. Kendi oradayken o ine kimsenin girmediğini çok iyi bilmektedir ve böyle yanı çocuklu bir kadını da o ine girerken de görmemiştir. Acaba daha önceden başka köye giderken orada yatıp kalan çocuklu bir kadın benden daha önce gelip buraya girmiş olabilir. Bunun kim olduğuna bir bakayım deyip ine doğru gider. Yaklaştıkça çocuklar ile annesinin arasında bazı konuşmalara şahit olur. Fakat orada kimseyi göremez. Konuşma şöyle cereyan eder. “Anne biz çok acıktık ne yiyeceğiz?” diye sormalarının üzerine anneleri yavrularım biraz sabredin der. Çocuklar sorar; “Ana daha ne kadar?” Anneleri “Bu geceye kadar” der. Ondan sonra çocuğun bir tanesi annesine “Karnımız doyacak mı?” diye sorar. Annesi “Evet” der. Yine çocuğun biri sorar “Anne ne ile karnımızı doyuracaksın? Hani bir şey yok ki” demesi üzerine annesi köyün ismini vererek “Orada falanca adında bir kadın bugün gece doğum yapacak. Ciğerini getireceğim yiyeceksiniz” demesi üzerine, çocuk tekrar sorar. “Nasıl çıkartacaksın anne?” Kadın yanıtlar: “Bakın çocuklar, bu köylüler doğumdan sonra lohusa yemeği yaparlar ve doğum yapan kadına yedirirler. İşte tam o zaman ince bir kıl şeklinde yukarıdan aşağı yemeğinin üzerine konarım. Beni fark etmeyen lohusa kadın, beni yuttuktan sonra ciğerini çıkartıp size getiririm, yersiniz” der. Bunları duyan adam hayretler içinde kalır. Hemen öküzlerini alıp tarlada çift sürmeyi de bırakarak köye geri döner. Karısına köyde kimin doğum yapacak olduğunu sorar. Karısı adı geçen o kadınında çok yakında doğum yapacağını söyler. Bunun üzerine adam karısını da alıp doğum yapacak kadının evine gider. Bir kaç saat oturan karı - koca bir türlü kalkıp evine gitmemesi üzerine ev sahibi tarafında evde fazla oturulması pek istenmese de adam inat edip kimseye bir şey söylemeden oturmaya devam eder. Duydukları doğru çıkar. O evin kadını gece yarısı doğum yapar. Adam odada bulunan ocağın yakılmasını ısrarla ister. Lohusanın bulunduğu yerde erkeğin bulunmasının günah ve ayıp olmasını bilen, ev sahibi ve doğum yaptıran kadınlar adamı kovmak isterlerse de, adam yine hiç bir şey söylemeden ateşi yaktırıp, lohusa kadına bir tabak içinde undan yapılan bulamaç yapılıp getirilmesini söyler. Lohusa yemeği olan bulamaç kadının yemesi için önüne konduğunda adam tavana doğru bakmaya başlar. Bu durumdan herkes şüphelenir. Nihayet beklediği an gelir. Yukarıdan ince bir kıl süzülerek gelip yemeğin üzerine konar. Yerinden kalkan adam kılı yavaşca tutup yanan ateşe atmak üzereyken aniden orada bir kadın peydah olur ve adamın bileğinden tutup yalvarmaya başlar. Orada bulunanların gözleri önünde gelişen bu olaydan sonra, adam oradaki bir kadından aldığı iğneyi o anda kadın suretine dönüşen alkarısının sırtına batırarak tekrar eski haline geçmemesini sağlandıktan sonra kadını orada serbest bırakır. İnsan şeklinde uzun zaman adamın evinde yaşadıktan sonra, birgün yine o adam kadını yanına çağırıp; bundan sonra bütün al’ların, kendisine veya yedi sülâlesine bir daha gelip, musallat olmaması için yemin ettirdikten sonra kadının üzerine sapladığı iğneyi çıkartır. Ciğer çıkartıp çocuklarını doyurmak için gelen o alkadını gözden kayıp olup gider. İşte o günden sonra köyde bu aile "al ocağı" bilinir.
Al basmasına karşı aileden birinin giydiği elbiseden bir parça alıp üzerine diken lohusa (hamile) kadın kendisini al basamayacağına inanır. Köyde yıllarca söylenip ve böyle olduğuna inanılan olaydan başka al basmalarını önlemek için çocuğun beşiğinin altına Kur’an-ı Kerim, demir bıçak, nal, silah gibi şeyler ile beşiğin üst kısmına erkek paltosu ve süpürge konur. Geceleri ışıkları yakılı tutmayla alın gelip basmayacağına (musallat olmayacağına) inanılır. Yörüklerde 40 gün lohusanın mezarının açık olduğuna, yani kırk gün içinde albasması ihtimalinin her an fırsat buldukça olabileceğine inanırlar ve yukarıda sıraladığım tedbirleri de onlarda uygularlar.
(Kaynak kişiye ait; Orta Asya'dan Anadolu'ya Bir Göçün Tarihi - Oğuz Boyları / Bucak Avşarları kitabında anlatılan rivayet.)
Soru: Köyünüzün tarihi ve kültürü üzerine 900 sayfalık bir kitap yazmış birisi olarak sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Yanıt: Deniz bey, bu konulara Anadolu'da Türkmenlerde (Yörüklerde de ağırlıklı olarak) inanılmaya devam edilir. 1972 yılından 2014 yılına kadar Almanya'da yaşadım. Orada ne cinden, ne şeytandan ne de bu gibi varlıklardan korkan Alman görmedim ve duymadım. Biz mezarlığın yanından gece geçmeyi bırak gündüz binbir defa besmele çekerek, ürpererek geçer, evin karanlık yerlerine korkarak girerdik. Ben albasmasını lohusa kadınların doğumda kan kaybından kaynaklanan vücudundaki vitamin eksikliğinden dolayı nabzının düşmesinden dolayı, gerçekte olmayan bazı şeyleri görmesi olarak düşünüyorum. Elbette ki tıpbın konusu bu. Ama öteki taraftan bunlar bizim kültürel değerlerimiz. Böyle anlamışlar eskiler, böyle düşünmüşler. Lohusa kadınları yalnız bırakmamışlar.
Görüşmeci: Deniz Karakurt
Kaynak Kişi: Haydar Erdoğan
Yer: Burunören Köyü – Sarıoğlan / Kayseri