Yazan: Remzi Burnaş
Kırım-Tatarca'dan çeviren: Deniz Karakurt
Ayuv-Dağ
Zaman-zaman olanda (ekende), Ayuv-Dağ ayı olanda,
Ay-Petrinin dağları mavi suları öpende,
Büyük yayla üstünde bir yaşlı (qart / kart) ayı vardı yaşayan,
Geyik eti bulamazsa, insan eti yutan (aşağan).
Yıllar gelip geçtiler, çoğaldı ayı sürüsü,
Aksakallı sayıldı (sayılğan – seçildi) yaşlılardan birisi.
O yaşlı ayı ne dese kanun olurdu gençlere,
Uymazsa (boysunmasa) birisi, vurur imiş taşlara.
Kış gelende ayılar yaşardılar kıyıda (yalıda),
Yaşlı deniz durmazmış kendi sakin (tınç) halinde.
Sürü ulumaya başlarsa, o köpürüp kudururmuş,
Gemileri su yutar, sağ kurtulan olmazmış.
Zamanın birinde azgın akbaşlı (epkin çalbaş) dalgalar,
Bir ticaret (bazirgân – bezirgan) gemisini sakin kıyıya vurmuşlar.
Sürünün aksakalı emir vermiş gençlere (yaşlarğa):
Darma-dağın ediniz, vurup sert-taşlara (qan-taşlarğa)!
Çatır-Dağda gemiyi parça-purça etmişler,
Ondan bir sandık bulup, yaşlı ayıya vermişler.
Sırlı sandık açıla – kundak içinde bala [çocuk],
Sonra aksakal balayı kendi kucağına almış da.
Emir etmiş sürüye, genç (yaş) balaya bakmaya,
Yer dibinden olsa da, ana sütü bulmaya.
İşte (mına) böyle ay geçmiş, hafta geçmiş, yıl geçmiş.
Ayılarla mağarada (qoba’da) kız et aşamış (aşay – yemiş), su içmiş.
Kız, dersen bir gül – bahar, dağ ve kırlara örtü,
Dilberlerin dilberi, sanki ayın on dördü.
Bahar gelse kıyıda açar lâle, zambak, gül,
Güzelin nazik sesi olur bağlarda bülbül.
O kendi sesiyle kıyıları yankılatır (yañratqan),
Kış geçince, sürüyü uykusundan uyandırır.
Kızın şerbet sözüne sevdalanmış bu sürü,
Dersin, gündüz-güneş o, gece ise – ay nuru.
Bahar gelip, ayılar ava çıkıp gittiler,
Kıza: “Kıyıya çıkma!” – deyip, çok tembih ettiler.
Yaz geçip, güz gelince, deniz taşıp – kudurmuş.
Geçen bir kayığı boş kıyılara vurmuş.
O kayığın içinde bilinçsiz (essiz) yatan bir oğlan,
Güç-kuvvetten kesilip, susuz sararıp solan.
Bunu gören güzel kız yanmış, terden pişmiş.
Onun insanlık borcu kendi aklına düşmüş.
Ona aş-su getirmiş, aşatmış [yedirmiş] ve içirmiş,
Yiğit kendine gelince onunla vakit geçirmiş.
İkisi de yetişkin – güzellerin güzeli,
Bir-birini sevmişler, olacak bu iş, bu belli…
Yiğit övüp kendi yurdunu, öyküsünü anlatmış kıza,
Kayığımda sana da yer var, deyip ard-arda (qayta-qayta).
Sonra ikisi-bir yürek, düşmeyelim deyip, tuzağa,
Vedalasıp (sağlıqlaşıp) kıyıyla, yol tutmuşlar uzağa.
Kök gürleyip, bulutlar kaplamışlar havayı,
Bilememişler aşıklar, görür müyüz, – diye sabahı,
Sürü denize varıp, meseleyi duymuşlar sonra,
Ulumuşlar dehşetli zelzeleye benzer gibi sonra,
Öfkelenip yaşlı deniz dalgalanmış, köpürmüş,
Oğlan kıza sezdirmemiş küreklere zor etmiş.
Yırtıcılar sürüsü başlamış suyu çekmeye (tartmağa),
Suyu öyle içmeye… Kayık başlamış geri gitmeye (qaytmağa).
Yiğit der güzeline: söyle (yırla) sevgilim, şarkını,
Ayılara bildirme yürekteki sırrını.
İşittikten sonra o sürü, kızın tatlı sesini,
Sudan kıyıya çıkıp, kulak salmış her biri.
Tek yaşlı ayı böğürüp (ökürip), sürdürmüş işini,
Öfkesinden (açuvından) taşlarda bilemiş azı dişini.
Dalgalara koşulup [katılıp], uzaklaşmış yır [şarkı] sesi,
Sonra yaşlı ayı güçsüzleşip (qansıray), başından gitmiş aklı (esi).
Sakin (tınç) kıyıya çıkmamış o, kalmış deniz içinde,
Karadenizin suları çalkalanmış etrafında.
Yaşlı ayının cesedi olmuş kaya – Ayuv-Dağ,
Ona, geçmiş bin yıllar, lâkin dersin, o hep sağ.
Bu, elbette efsane, Karadenizin sırrı,
İnsan da taş kesilir, eğer yiterse şarkısı!
Şair: Remzi Burnaş
Kırım-Tatarca'dan çeviren: Deniz Karakurt
Ayı Dağ Efsanesi (Şiir)
- Deniz Karakurt
- Yazılar