Şems-i Tebrizi’nin Mevlana Celaleddin Rumi’ye verdiği birinci derstir.
Sabreyleyip okuyana…

Şems-i Tebrizi bilindiği üzere Mevlana’nın gönül dünyasında ve manevi mertebeleri kat etmesinde önemli bir yere sahip olan bir şahsiyettir. O tasavvuf tarihinin en gizemli kişiliklerinden birisidir. Hakkında, hayatına dair çok da fazla şey bilinmez tarihsel olarak. Etkileyici bir karakteri vardır. Derin bir birikime ve sezgiye sahiptir. Tasavvuf tarihçilerinin verdikleri bilgiye göre; o öğrencileri eğitmez, onun işi hocaları eğitmektir. Hatta karşılaştıklarında Mevlana’nın zaten yeterince büyük bir ünü, çevresi ve etki alanı bulunduğu, ayrıca pek çok alimi etkilediği göz önüne alınırsa, Şems’in asıl işinin hocaların hocasıyla olduğu, vazifesinin onun eğitimini tamamlamak olduğu dahi öne sürülebilir. Çünkü eğitim bitmeyen bir süreçtir, insanın bildikleri bilmediklerinin yanında, anladıkları anlamadıklarının yanında, öğrendikleri henüz öğrenmediklerinin yanında neredeyse bir hiçtir. Oldukça geniş bir bilgi birikimi bulunduğu halde en basit şeyleri bile daha yeni öğrendiğini fark eden insan şaşkınlık içinde kalır çoğu zaman.

İşte Mevlana da kendisine ders vermesi (daha doğrusu muhabbet etmesi, fikir alışverişinde bulunması ve bu arada da onun ilminden yararlanmak, daha fazla şeyler öğrenebilmek) için Şems-i Tebrizi’yi ikna eder. Eve gelir, otururlar sessiz sakin bir odaya. Rahatsız edilmemek için Mevlana evdeki tüm herkesi bir yerlere göndermiştir. Çünkü karşısındaki insanda bulunan derinliğin farkındadır. İşte aşağıda anlatacağımız vaka, hocaların hocasını eğiten hocanın verdiği ilk derstir. Dikkatlice okunup, üzerinde düşünülmesinde bu nedenle büyük fayda vardır.

Şems muhabbete başlamadan önce, Mevlana’ya bir isteği olduğunu söyler. “Başüstüne,” der Mevlana da… Ama duyduğunda çok şaşırır; Şems bir testi şarap istemektedir. Mevlana bu isteğin mecazi bir anlamın ardına gizlenip gizlenmediğini kavramaya çalışır. İnce bir üslupla karşısındakini kırmadan sorar. Fakat aldığı cevap açıktır; Şems şarap istemektedir. Herkesin bildiği şarap… Ardında başka bir mana falan yoktur bu isteğin. Şaşırmıştır. Ama her ne kadar şaşırırsa şaşırsın, yargılamaz, eleştirmez, ses çıkarmaz, belki de karşısındaki insanın bilgisinden alacağı şeye bakar sadece…

Fakat bir sorun vardır. Evde şarap almak için göndereceği kimse yoktur. Çünkü herkese izin vermiş veya bir yerlere göndermiştir. Giyinir sırtına cübbesini çıkar dışarıya. Ama endişelidir, çünkü bugüne kadar ağzına ne içki vurmuş, ne evine içki sokmuş ne de birinden almış veya alınırken görülmemiştir. Şarabı bulacağı tek yer aşağıdaki Yahudi mahallesidir. O yöne doğru yürümeye başlar. Canı sıkılmıştır. Ama bu kadarla da bitmez. Biraz sonra karşısındaki kalabalığı görünce anımsar; bugün pazar kurulmuştur her zamanki gibi… Pazar yerini geçer. Kalabalık kendisine yol verir, insanlar büyük hürmet göstermektedir. Verilen selamları alır. Dalgınlığı nedeniyle ara sıra unutsa da o da pek çok insana selam verir. Pazardan çıkınca biraz daha yürür ve Yahudi mahallesine ulaşır. Utana sıkıla bir kapıyı çalar.

Geri dönerken mecburen pazar yerini geçecektir tekrar. Cübbesini giymiş olduğu için memnundur. Şarap testisini cübbenin altına saklar bir eliyle ve pazarın içine tekrar girer. Yine selamlaşmalar, hürmet dolu bakışlar arasında yürür yoluna. Ama bir müddet ilerledikten sonra olanlar olur. Pazarın en kalabalık yerinde ayağı basit, küçük bir taşa takılır. Yere düşmesiyle birlikte testi kırılır. Topraktan yapılma kabın parçaları etrafa saçılır. Keskin ve yeterince iyi üretilmiş bir şarap kokusu her yana yayılır. Tüm gözler onun üzerine çevrilir. Üzerindeki giysiler, tümden kıpkırmızı boyanmıştır. Ellerinden ve kollarından yere şarap damlamaktadır. İnsanlar kim bilir neler düşünmektedirler hakkında o anda. Tüm itibarını yitirmiştir. Bunca yıldır insanların kendisi hakkında en ufak bir yanlış görmeyeceği kadar lekesiz ve örnek bir insan olmaya çalışmıştır. Ve başarmıştır da bunu. Şimdi ise tüm bu çaba sıradan bir taş parçası ve bir testi şarap yüzünden mahvolup gitmiştir. Ve Mevlana bunları da düşündükçe yüzünün rengi şarabın renginden daha kırmızı bir hale gelmektedir. Önce yerdeki testi parçalarını toplamaya çalışır. Sonra afallamış bir durumda bundan vazgeçer. Ne yapacağını şaşırmıştır. Elinde kalan birkaç kırık parça ile evine döner.

Belki kızmıştır. Kim bilir?... Bugün buradan bir şey söylemek zor. Çünkü içinde o an hissettiği duyguların başkaca bir tanığı yoktur kendisinden gayrı. Ama kesin olan bir şey varsa; kızdıysa bile o an o duyguyu da bastırıp, Mevlana olmanın nezaketinden bir şey kaybetmediği ve eve geldiğinde asla bir tek kötü söz bile söylemediğidir. Sesinin tonuna bile en ufak bir öfke veya sitem yansıtmamıştır. Ama, belki konuğu kendisi yüzünden düştüğü durumu görsün diye, belki de o şaşkınlıkla ne yaptığını bile fark etmeden, Şems-i Tebrizi’inin karşısına o vaziyette çıkar.

Fakat ikinci bir şaşkınlık daha yaşayacaktır. Şems özür dilemek yerine, şarap içmekte ısrar eder ve isteğini yineler.

Mevlana gider, üzerini değiştirir. Evden çıkar, pazar alanını geçer, aynı kapıyı çalar. Ve geri döner. Fakat bu kez dönerken testiyi gizlemeye çalışmaz. Belki artık gizleyecek bir şey kalmadığı içindir de ondan. Çünkü utanacağı kadar utanmıştır zaten. Kaybedecek bir şeyi kalmamıştır bu anlamda. Belki de anlamıştır… Bildiğimiz bir şey varsa o da, o testiyi göstere göstere kalabalığı geçtiğidir, ikinci kez üzerine dönen şaşkın bakışlar arasında.

Eve girer. Şarap testisini Şems-i Tebrizi’ye uzatır.

Şems oturduğu yerden kalkar. Testiyi alır ve masanın üzerine koyar. Sonra Mevlana’ya döner ve şöyle der:

– “İlk dersimiz tamamlandı..."

*

Rivayetlerde farklılıklar olabilir. Affola....

 

Deniz Karakurt - Tüm Yazılar

(Buradan ulaşılabilir)