Karagöl Köyü (Gemerek / Sivas)

 

Derleme Tutanağı

Kaynak Kişi: Ömer Tural 

 

Köyümüzün ismi bir su göletinden gelir. Köyün ortasında bulunan ve Ermenilerden kalma tarihi kemer taş yapımlı Dört Oluklu Çeşme (Büyük Çeşme) önü eskiden kabaca çevrilerek suyun birikmesi sağlanmış ve gölet şeklinde oluşturulup sudan faydalanılmıştır. Oluşan bu görüntü ile ayrıca bölgedeki taşların kara renkli olması ve Karayüce Dağı’nın eteklerinde kurulu olması da söylentilere göre köyümüzün isminde etkili olmuştur. Büyük Çeşme’nin bugünkü havuz yerinin göl halinde toprak bent ile tutulmuş sazaklık ve bataklık olması, köyün çayırlığının çok zaman önce bataklık olup göl halinde olması bu adın verilmesine neden olmuştur.

Köyün kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, kimilerine göre Ermeni vatandaşlarımız tarafından Rumi 1171 yılında olabileceği tahmin edilmektedir.

1953 yılına kadar Şarkışla'ya bağlı olup, daha sonra Gemerek kazasına bağlanmışızdır.

Karagöl Köyünün ilk sakinleri ise Ermeni vatandaşlardır. Bu Ermeni vatandaşlar demirci, marangoz, kalaycı, bina ustası gibi çeşitli işler yapan zanaatkar insanlarmış. Sonra bu vatandaşlar bazı sebeplerden dolayı yavaş yavaş köyü terk edip ülkemizin değişik bölge ve illerine hatta başka ülkelere göçmüşler, tamamı gitmese de birkaç aile kalarak Türklerle birlikte bir müddet yaşamışlar. Yöremiz insanı Ermenilerle sürekli kardeşane yaşamışlar, onların kültür ve inançlarına saygı duymuşlardır. Hatta köyümüzde geçen yıllara kadar bulunan ilkokuldan diploma alan Ermeni vatandaşlarımızın evrakları şu anki okullarımızda mevcuttur. Sonra işte o kötü zamanlar yaşanınca hepsi gitmişler.

Türkmen komşularımızın Karagöl köyünü bulmaları Rumi 1242 tarihine denk gelir. Hamzalı, Keklicek, Saraç gibi yerleşim yerlerinde yaşayan Türkmen aşiretleri her nedense bulundukları mevkiden kalktıklarında develerle Kızılırmağı geçerler. Karagöl köyüne gelip şimdiki okulun arkasına konaklarlar. Develerle ve koyun sürüsüyle gelen bu aşiret hayvanlarına su bulmakta zorlanır. Köyde bulunan Ermeni kardeşlerimizden su yeri sorarak kamışlığın arasındaki su gözünü bulmaları için yardım görürler. Türkmen aşireti genelde hayvancılıkla geçimini sağlayan bir topluluğa sahiptir, koyunlarını rahatlıkla sulayacak su bulmaları lazım gelmektedir. Sazaklık olan Karagöl köyü muhitinde sivrisinek çok olduğundan, develere sinekler rahat vermez düşüncesiyle karşı köylerden Köseli, Kuşkayası'na giderler. Köseli ve çevresinde her kayanın dibinden buz gibi cağal cağal abuhayat gibi su aktığını gören Türkmen aşireti, bu yayla ortamında olan muhitte koyun ve büyükbaş hayvanları otlatacak ot bol olduğunu görünce bu yöreye yerleşirler. Ancak Türkmenler eski alışkanlıklarından kopamayıp defalarca karşı köylerden gerisin geriye dönmüşler. Türkmen aşiretleri başlarında savranları taa Haleb’e yük getirip götürerek nakliyecilik yapmışlardır. (Savran: Her deve kafilesinin deveci başı eşeğin üstünde giden kişidir, o deve katarının yetkilisidir.)

Devletimizin resmi kararı ile dış ülkelerden; Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan gibi ülkelerinden Mahacir kardeşlerimiz ülkemize getirilmiş bu kardeşlerimizden de köyümüze yerleşenler olmuştur. Halen bugün; köyümüzde birlikte hayatlarını devam ettirmektedirler.

93 harbinde Rusların zulmünden kaçan Erzurum’dan gelen Şark mahacirleri Devlet iskan hakkıyla Karagöl köyüne yerleşmişlerdir. Şark mahacirler yörelerinin vermiş olduğu kültüre dayanaraktan çok mukallit, şakacı insanlardır. 1915-1917 arası Erzurum’dan gelen Şark mahacirlarin bir kısmı Konya, Aksaray’a gitmişlerse de kimileri de Karagöl köyüne yerleşip kalmışlardır.

1924–1926 tarihinde Yugoslavya’dan Boşnak ve Arnavut komşularımız gelip Devletin iskan hakkıyla köye yerleşmişlerdir. Millet olmanın bilinci içerisinde olan Boşnaklar bayrak, vatan ve millet sevgisine sahiptirler.

1936 Yılında Karagöl köyüne şimdiki Bulgaristan, o günkü Romanya‘dan 80 hane Göçmen (Muhacir) iskan edilmiştir.

Sonradan göçmenler genelde Eskişehir, Bursa gibi değişik illere gitmişlerdir.

Göçmenler, bazı yenilikler getirmişler, bu doğru. Mesela çamurdan ince döktükleri tuğlalarla soba yapmışlardır. Sarı toprak sıvanın üzerine, Kiliğin Dere’den kil getirerek yaldız çekmişlerdir. Yöre şairi ne demiş.

 

Göçmen kızı neye yarar

Bir ev yapar kerpic duvar

Haftada bir onu sıvar

Oda sarı toprağınan.

 

Göçmenler kapılarının önüne su kuyuları deşmişler. Bu kuyulara dolap takarak su çıkarmışlardır. Yetiştirdikleri büber ve yaptıkları turşu nedeniyle göçmenlerin isimleri, turşucuya büberciye çıkmıştır. Çiçek ve gülü çok sevdiklerinden pencere önlerinde saksılarda, bahçelerinde rengarenk çiçek yetiştirmişlerdir. O zamanlar, ermeni damlarında yarım metre toprak varken, göçmenler, kertivan tikeniyle samanlıklarını örtmüşler. Yağmur yağdığında bir damla suya maruz kalmamışlardır.

Göçmenlerin kendilerine özgü yemekleri vardır. Çevirme pideleri, kıvrım gibi. Yöre insanımızın bildiği gibi ekmeği fırında pişirirler. Turşularından haşlanmış patlıcan, sarımsak, kıyılmış kırmızı biber, yeşil domatis ile yapılan çok güzeldir. Domatisler önceden haşlanıp bekletiliyor, sonrada kıyılıp hazır olan malzeme, karnıyarık gibi dilinen haşlanmış patlıcanın içine dolduruluyor. Hazır olan patlıcanlar, baskı altında bir gün bekletildikten sonra çömleklere diziliyor.

İşin başında çok çile çeken Boşnak komşularımız köye ilk geldikleri yıl, yağmurların yağmasıyla ekinler insan boyu olarak, ürün bol olmuş. Karagöl köyünü bolluk, verimli bir yer olarak gören bu insanlar, buralar bize göre demişler. Devlet sulak ve düz ovadan tarlalar verince yerleşip kalmışlar. Karagöl köyüne yüz haneden fazla gelip yerleşmişler. Şu gün olsun köyümüzde 25 hane kadar Boşnak bulunmaktadır.

Göçmenler aynı zamanda zanaatkar insanlardır. Hemen hemen hepsi ayrı ayrı sanatı olan kişilerdir. Hayvanlarını otlatmaya götürürken başkasının ekininden kopartmasın diye ağızlarına tasma takıp getirip götüren, nizamlı, intizamlı, tertipli insanlarmış. Şu anda yok denecek kadar iki üç hane göçmen bulunmaktadır. Köyde geçmişte Arnavut, Tatar, Çerkez yaşamıştır. Maden ocaklarında bir çok Laz köyümüzde çalışıp barınmıştır.

Boşnak’lar ehli keyif zevk ve sefasına düşkün insanlardır. Rahatlıklarından ve keyiflerinden taviz vermezler. Boşnak gelini olmak çok zordur. Gece saat 2’ye kadar gelen misafire hizmet yapıp, sabahleyin sabah ezanında kalkıp gelecek misafire hazırlık yapacak. Soba yanar, kahve ve çay suyu hazırlanır. Düğünleri 40 gün sürerdi ve çok oyunlu olurdu. Gençler kız erkek karışık oynarlardı. Genelde düğünlerini içe dönük, kendi aralarında yapmayı tercih edelerdi. Düğün ve cenazede ev sahibine çok iş düşer, çay ve sigara ikram etmeyi ihmal etmezlerdi. Küçükler, büyüklerine karşı hiçbir zaman “yalan söylüyon” diyemez, bu söz onlar için en büyük hakarettir. Kendilerinin geçmiş tarihte Konya’dan Balkanlara gittiklerini söylerler.

Türkçe’de (e) ile biten isimler Boşnakça’da (a) ile bitiyor. Hatice yerine Hatica; Ayşe yerine Ayşa derler. Patetis yerine kulanılan kumpir kelimesi Boşnakça’dan gelmektedir.

Boşnak komşularımızın çok ünlü yeyince tadına doyulmayan “Kabak Pita”sı vardır. Boşnak deyince bu gelir akla. Tarifini de vereyim.

1 kilo una, 1 kilo kabak soyulur, ince doğranır, içine 250 gram suvan (soğan), içine hafif tereyağ. Un güzelce yuğrulur. İnce yufkalar halinde açılır. Tepsinin altı yağlanır. Yufka aralarına yağ sürülerek 5-6 kat dizilir. Aralarına kabaktan yapılan suvan (soğan) karışımlı malzeme yayılır. Bunun üzerine tekrar yufkalar araları yağlanarak 6 kat daha dizilir. Hazırlanan tepsi üçayaklı sacayağına oturtulur, üzerine kubbeli sac konur. Ocakta yanan közler sacın üzerine çekilir. Yaklaşık 45 dakika sonra çok leziz bir kabak pidesi çıkar. Yöre şairi demiş ki;

 

Birde Boşnak’tan almalı

Kafa dengini bulmalı

Onun yağı bol olmalı

Pita yapar kabağınan

 

Erzurum’dan gelen komşuların sayıları tam bilinmemektedir. Köyde Türkmen’ler vardır. Bu ikisinin örf ve adetleri aynıdır. Türkmenler, sac üzerinde yufka pişirirlermiş. Mahacirlerden gördükleri tandır ekmeğini benimsemişlerdir. Bunlar kazanlarda hedik kaynatır, bulgur üğüdürler. Çok güzel Bulgur pilavı yaparlar. Dokudukları kilimleri aynı tezgahlarda dokuyup, aynı deseni verirler. Şark mahaciri deyip hingel yemeğinden söz açılmadan edilemez. Malzemeleri; un, yumurta, tuz, tereyağı, taze biber, peynir. Tarifi ise şöyledir; un, yumurta ve tuz katılıp suyla hamur yoğrulur. Hamur oklava ile açılıp yaklaşık dört san ti metre kareler halinde kesilir. Kesilen hamur kaynar su ile haşlanır. Kevgirle süzülür. Tereyağ eritilip içerisine toz biber katılır. Bir tepsiye bir kat hamur, bir kat biberli yağ karışımı ve bir kata peynir şeklinde kat kat dizilir, son kat biberli yağ ile süslenir.

Yöre şairimiz Vahit Hastürk ne söylediyse doğru söylemiştir.

 

Şarklı kızı olur cappar

Seni görür yoldan sapar

O da güzel hingel yapar

Derince bir tabağınan.

 

Seki Dede: Gemerek İlçesine bağlı Karagöl köyü yakınlarındaki kutsal sayılan bir alandır. Neden bu isimle anıldığına dair verilen bilgi şu şekildedir: Önünde bir yükselti, sete benzer bir engebe bulunan bir dağ olduğu için böyle denilmiştir. Seki Dede'nin hemen arkasında, Hınzır dağlarında yılın her mevsiminde kar bulunmaktadır. Askeri bakımdan önemli bir yerdir, geçmişte tepeye çok büyük bir kışla inşa edildiği söylenir. Seki Dede’nin yakınlarında Balıkaya (Ballı Kaya / Bal Kayası), Kuşkayası ve Çatal Kaya denen yerler daha vardır.

Balıkaya: Doğal arı kovanları olduğu çok bilinen bir söyleniş. Bal arısı, fakat insanların ulaşamadıkları, müdahale edemedikleri, fenni ve teknik şekilde değil de kara düzen bir şekilde kendi kendilerine yaşayan, yaşam idamelerini sürdüren arılar. Bu ballı kayadan, insanlarımız bir şekil yararlanmak istemişler; fakat ulaşım imkansızlığı yüzünden bir türlü bu arıların yaptıkları baldan yararlanamamışlardır. Balı alınamayıp sıcaktan peteklerin kırılmasıyla veya başka canlıların herhangi bir şekilde müdahalesiyle bu kayadan yer yer bal sızdığı geçen zamana kadar halk dilinde söylenmekte idi.

Kuş Kayası: Burası ise Seki dedenin kuzey alt kesimine düşer. Karağıl’a göre batı kısım, kuzey kısmın az ilerisinde Talazoğlu yerleşimi vardır. İsminden de anlaşıldığı üzere orda yaşayan bir şahsın Talaz (veya Talazoğlu) o mevkiye yerleşmiş ve yaşamıştır. Yerleşim yerinin alt tarafında bir kaya vardır. Orda yabani kuşlar konup birikiştiklerinden zamanla ismine “Kuş Kayası” denmiştir. Alt taraftaki mezra ise ismini Kuşkayası diye buradan almıştır. Talazoğluna bağlıdır. (Derlemeci notu: Mezra, birkaç aile yaşayan küçük köy)

Gemereğe doğru İkizce (Ekizçe) daha ilerde ufak tefek yerleşim alanları bulunmaktadır. 

Setenli Bağ: Seki Dede’ye doğru bir bağ vardır, Setenli Bağ denir. Adını bir setenden alır. Hemen alt tarafı Sarıpınar mevkisi şimdiki Karagöl göletinin batı kısmı. Büyüklerimiz gerek Örtülü, gerekse Sarıpınar mevkilerinde çifçilik yapıp, mal yaymışlardır. Büyüklerimizden burada zamanında üç gözlü bir evin bulunduğunu söyleyen ve hayatta olan şahıslar vardır. Düne kadar dururdu bu seten. Yuvarlak, belirli bir derinlikte çukuru ve kuturu bulunan yalak bir taş. Bu taşın içerisinde motor tekeri gibi bir yuvarlak taş, bu taşa takıl kol. Eskiden insanlar buğdaylarını gerek ıslatıp, kabuğunu soyarak yarma yaparlarmış. Bulgurlarını elde çevirme taşla veya herhangi bir şekilde yenilecek duruma getirirlermiş. Tabi bu seki taşını döndürmek için öküz veya camız koşarak taşın dönmesini bu hayvanların gücünden yaralanarak yaparlarmış. Bu muhit Setenli Bağ ismini bu eskiden kalma taştan almıştır. Bu bağın çok güzel ve gür suyu vardır. Öyle ki akan suyun bir çocuğu götürecek güçte olduğunu bilen gençler mevcuttur.

1978 tarihinde köy hizmetleri tarafından yapılan kapalı su şebekesine Setenli Bağ’dan içme suyu bağlanmıştır. İşin çoğu insan gücüyle yapıldığı için suyun tamamından yararlanıldığı söylenemez. Suyun bir kısmı da ziyan olmaktadır.

Şu an masrafını kurtarmadığından olacak maden ocakları kapatılmaya yüz tutmuştur ama yine tek tük devam etmektedir. Büyüklerimizden dinlediğimize göre 1940 - 1950 yılları arası, insanlar dağın altına girerek tenekelerle kömür çıkarıp kendi yakacak ihtiyaçlarını çıkarırlarmış. Daha sonraları kızaklarla, el arabasıyla çıkartmaya başlamışlar. 1980 yılarında ise maden ocaklarımıza motorlar kurularak dışardan vince bağlanan halatla çekmek yoluyla kömür madeni çıkarılmaya başlanmıştır. 1990 yılarında ise elektirik götürülerek işler dinamoya dönmüştür. Tabi bu arada maden ocaklarından kömür taşımacılığı 1960-1980 yılları arası at arabasıyla Şarkışla ve civar yerleşim yerlerine kömür götürülürken, daha sonraları nakliyat işleri, yerini kamyonet ve kamyona bırakmış olup çok büyük şirketler kurulmuştur. Pur (oluşmamış mermer) ve kireç taş vardır. Bu taşlardan kireç yapan kişiler köyümüzde mevcut idi. Dağlarımızda kömür madeninin keşfedilip insanların bu kara elmastan yararlanmaya başlamasıyla insanların bilinçsizliği sonucu zaman zaman bazı acı gerçeklerle karşılaşmış, ölümlere sebep olup birçok insanımızın ağıt yakmasına, acı, elem çekmesine, canından olmasına neden olmuştur. Bunlar genelde tavanı gevşek olan ocaklarda gerekli önlem alınmamasından ve eski ocaklarda zehirli gaz oluşu gibi sebeplerden meydana gelmiştir.

Aynı zamanda buralarda çok eskiden yerleşim bölgesi olduğu da söylenir. Yolun alt tarafında köye ait mezarlık kalıntılarının bulunduğu ve yakın zamanda bu mezarlık yerinin tarla yapıldığı çevre insanları tarafından söylenir.

Pur’un arkasında köy halkının arazi ekim biçimi için ve hayvanlarını otlatmaya gidip geldikleri yol vardır. Bir ismi de af edesiniz it yolu. Karagöl köyü sınırları içinde bulunan Camız Ağlında birde mağara olduğu herkes tarafından bilinip söylenir. Camız Ağlının eski özeliği, çifçilikle uğraşan aileler, hayvanlarının bulunduğu mevkiden ayrılmaması için ve de hayvanları serin yerde istirahate çekmek için buraya getirirlermiş. Buranın bir bent içinde olması ve serin olması nedeniyle uygun çok güzel yermiş. Kuvvetli bir tolu ve yağmurun yağmasıyla çifçinin birisi hayvanlarını getirip bu mağaraya sığınmış. Yağmur o kadar çok yağmış ki hayvanların su içinde kalıp öldüğü söylenir. Yine çifçinin birisi fırtınaya, karlı bir tipiye yakalanır. Camızlarını korumak üzere bu mağaraya getirirken tipiden yana kalan camızın içeri girerken veya yolda öldüğü söylenmektedir. Daha sonra bu mağaranın olduğu yerde kömür madeni ocağı açılmıştır.  Maden ocağının kapatılma sebebi ise kömürün artık yetersiz olduğundan.

Bu mıntıkada pur olan dağda çok güzel payamlar yetişmektedir. Ayrıca lale, sümbül ve zambağın küçük şeklinde olan mor renkte navruz çok açar.

Büyük Pınar: Yayha Çavuş’un Dursun’un bahçesinde büyük bir akasya ve tepesinde leylek yuvası. Havuzun başında ulu bir söğüt ve yine leylek yuvası. Mevlit amcanın bahçesinde bulunan tarihi akasya ve zirvesinde yine leylek yuvası. Onların havada süzülüşü, kanatlarını gererek yere inişleri. Gözlerimizin önünden, hafızalarımızdan silinmez, sesleri kulaklarımızdan gitmez. Aynı zamanda bütün bu güzelliklerin yanında dört oluklu Büyük Pınar. Daha önceki yıllarda köy halkının buğday yıkadıkları yer. Burda kürün, birde yuvarlak taş var. Vatandaş yıkadığı buğdayın temiz olan kısmını bu taşa kor, suyu süzülür, çöplü olan kısmını da boş bir kürüne koyar. Daha sonra temizlenmiş ve suyu süzülen buğday serilip kurutulur, elenir ve değirmene götürülerek un yapılırdı. Şimdi ise moderen fabrikasyon un değirmenleri kurulduğu için bu buğday yıkama işi kalmadı.

Çeşmemiz bizden önce köye gelip yerleşmiş olan Ermeni vatandaşlar, kardeşlerimiz tarafından yapıldığı söylenmektedir. O zamandan kalma tarihi bir eserdir. Dört oluğun önünde taş kürün bulunmakta idi, sonradan yıpranmış olduğundan betonla tamir yapıldı. Oluklar el döğmesi idi, el döğmesi zenciri ve döğme demir tası bulunmakta idi. Zencirin takıldığı gülep tipi demirler mevcuttur. Hemen önünde olukların bir metre kadar üzerinde iki çıkıntı yapılmıştır, insanlar yıkadıkları, kullandıkları şeyi bırakmaları için. Kemer yapımının güzelliğini bilenler için tarif etmeme gerek yoktur.

Pınarın suyunun büyük bir mağaradan geldiği söylenir, akan su ile zaman zaman salyangoz, ıstakoz kabuklarının geldiği görülürdü. Buda suyun gözü olan mağaranın çok büyük olduğunu anlatmaktadır. Kışın suyu gayet ılık olan pınarın, yazın ise buz gibi soğuk suyu vardır. Önünde bulunan büyük havuzda su toplanarak yazın köy halkı sebze ve meyvesini araziye götürerek sudan yararlanmaktadır.

Büyük Pınar’ın hemen yakınında Hacıkağların (Hacı Kahyalar sülalesi) tarihi ceviz ağaçları vardır. Köy bahçesindeki tarihi söğütler kalmamış denecek kadardır. Hemen söğütlüğün dibinde, şimdiki havuzun yanıbaşında köy halkının namaz kıldığı, oturup sohbet etiği namazgah yerleri halen durup bu yerlerde eski günlerin özlemi çekmektedir.

Kösekağ (Köse Kahya) Deresi: Bu yöreye önceleri Kösekağ deresi denilmekte iken daha sonraları Harçoğlu (Hacı Oğlu) Bağı denilmiştir.

Tarihi kesin bilinmemekle beraber, Karagöl köyü kurulmadan çok evvel, Türkmen aşiretinden Köse Kahya diye bir bey aşiretiyle birlikte gelip şimdiki mezarlığın büyük dereden yukarı bağlara doğru köy kurmuş. Söz konusu bu yerleşim alanında köy kalıntılarının bulunduğu söylenmektedir. Pur’un dibinde mezarlığının varlığını herkes bilmektedir. Kösekağ aşiretinin söz konusu bahsi geçen mıntıkaya hangi tarihte yerleştiği bilinmemekle beraber, bu mevkide yaşayan Türkmen aşiretinin akibeti bilinmemektedir. 

Harcoğlu (Hacıoğlu) Bağı: Kösekağ deresine Hacıoğlu isminde birisinin gelip buraları şenlendirmesi nedeniyle daha sonraları bu mevkiye Harçoğlu Bağı denmeye başlanmıştır. Harçoğlunun Bağ kısmında çok güzel sular akmaktaydı, buralarda meyve veren ve vermeyen çeşitli ağaçlarla bezenmiş bağlar vardı. Öyle ki Karagöl köyünün 350 hanesinin hemen hemen hepsinin bağı mevcuttu. Şimdi ise bu bağlar kaderleriyle baş başa bırakıldı. 

Kızıl Eniş: Karagölün batısında ve Harçoğlu Bağı’nın hemen yamacında bulunan, isminden anlaşılan yerin toprağı kırmızıdır. Çifçilik yapmak ve ayrıca hayvanları otlatmak için Kızıleniş’in yolundan gidilip geliniyor idi. Burada yüklü öküz arabalarını eniş aşağı zaptedebilmek için zincire bağlı kızak, tekere takılarak, arabalar firenlenerek aşağı iniyordu.

Kızıleniş’in güneye doğru yamacı pur olduğu için beyaz bir görünümü vardır. Daha önceleri kireç imal edildiği söylenmektedir. Bu purda payam dediğimiz, bademe benzer bodur ağaçlar yetişmektedir. Dağ kekik otuyla bezenmiştir. Geriye kalan kısımlarda köy halkının hayvanları otlatılmakta olup düzlükleri tarla olarak ekilip biçilmektedir. Buralarda genelde buğday olmakla birlikte eskiden hayvan yemi olarak kullanmak için burçak, ayrıca mercimek yetiştiriciliği yapılırdı.

Daha önceleri bu çevrelerde yaşayan insanlar genelde yüksek yerlerde kendilerine yerleşim alanı seçerek gözetleme kulesi olarak kullanmışlardır. Pur, Kızıleniş, Sivri ve Kale dedikleri dağda temel kalıntıları halen mevcuttur. 

İnce belin üst kısmında yayla evlerine giden yöre halkımız yaylanın otundan, suyundan yararlanarak süt, yoğurt, peynir üretimi yapıp yaylanın serin olması dolayısıyla kuzulara kölen yapıp orda koyun ve kuzularını emiştirirlermiş.

Sabun Çeşme: Suyu şifalı, sabunumsu, ellerini yıkarken aynı sabunla yıkar gibi eline yumuşaklık verir. Vatandaşlar günlerinin uygun zamanlarında çamaşırlarını, kilimlerini bu çeşmede yıkarlardı. Buranın suyu deterjandan daha iyi temizlik yaptığı için çevre köyler dahil sabun çeşmeye gelip çamaşırlarını ve yünlerini yıkayıp temizliklerini yapıyorlardı.

Üzerlik (Aşgar) bitkisinin yeşil kısmını suyun içine atarak saçını yıkadığın zaman en iyi deterjandan daha parlak, yumuşak yapmaktadır. Aşgarın pürlerini suya katıp belirli çamaşırlarını da yıkadıkları zamanlar olurmuş. Bu muhitte Aşgar otu çoktur. Halen Aşgarın tohum başaklarından süs yaparlar. Evlerine süs eşyası olarak asanlar mevcuttur.

Sabun pınarının suyunun çok güzel çayı olmaktadır. Bir demliğe sabun çeşmesinin suyuyla az miktarda çay ile demlesen, bir başka kaynağın suyuyla aynı miktardaki suya daha çok fazla çay atılmasına rağmen aynı renkte olup, sabun çeşmenin suyuyla yapılan çayın içilmesi doyumsuz olur. Buralarda bir yerleşim alanı var olduğu kalıntılarla tesbit edilmekte. Yol altında mezarlıklar mevcut olup, daha sonra buraların taşlarının sökülüp, temizlenip tarla yapıldığı söylenmektedir. Buraya ilk yerleşen Hacı İbrahim Tandoğan 1936 yılında Romanya'dan gelip Karagöl köyüne yerleşince bu Sabun çeşmeye çok emek vermiş, burayı çok güzel şenlendirmiştir. Çeşmenin altında, bağın üstünde toprak bentli havuz bulunmakta idi.

Burda TCDD ilk kurulduğunda eşeklerin sırtında kasalarla taş kırılıp taşınarak katarlara yüklenerek, demiryollarına balaz olarak kullanılmıştır.  Şu anda ise karayollarına taş kırıp temin edilmektedir. Büyük bir şantiye kurulmuştur.

Kiliğin Dere: İdrisin Bağı’na doğru, Hacıoğlu Bağı’nın başlangıcıdır. Buraların toprağı genelde killidir. Buraya eskiden Kiliğin der derdik, bu mevkiden kil toprak kazarak hayvan sırtında, kimileri kendi sırtlarına alarak kazıp eledikleri toprağı getirip çamur yaparlar, evlerinin odalarını ve dış cephesini sıvardılar.

Aynı topraktan sakız gibi kıvamlı kazmayla, keserle koparılabilen ve sıvanın üzerine ayrıyeten cila yapmaya yarayan kil vardı, bu kil topraktan da bir miktar alınır, akşamdan suya konularak kireç gibi kaymak halini alması sağlanırdı. Temin edilen kil cila olarak sıva yapılan yerlere yaldız olarak sürülürdü. Kireç nedir bilinmezden evvel ve imkanlar kısıtlı olduğu zamanlar sıva ve yaldız hep böyle yapılırdı. Sıva işine Göçmenler erbaptı. Göçmenler evlerinin tavanlarını dahi sıvarlar, yaldız denen kile istedikleri rengi vererek oturup barındıkları yerlerde insanın içine ferahlık veren bir görünüm verirlerdi. 

1957 Yılı Sivas – Gemerek kazası Karagöl köyü doğumluyum. Tahsilimi, Karagöl ilköğretiminde yaptım. Ortaokul diplomasını dışardan aldım.

Çocukluk yılarımdan kalan hatıralardan iki şey anılarımı süsler. Yazın kapımızın önünde tamir için gelen arabalar ve saymakla bitmeyen tekerler. Körük, örs… Babamın işlik dediği, şimdinin modern atölyesi olan tezgahlar. İntizam içerisinde dizili alet ve edevatlar. İkincisi ise kapımızın önünde sıra sıra dizili fenni kovan ve sepet kovanlar. Rahmetli babam beni hep arıcı başkanı diye çağırırdı.

Ayrıca yağmurda, yaşta, çamurda, sıcak ve soğukta çekilen sıkıntılar saymakla bitmez. Şimdi insana belki de çok basit geliyor; ama öte yandan buralar bizim büyüklerimizin ve yaşıtlarımızın da en güzel çağlarının geçtiği yerler. Unutulmaz ve anlatılmaz, ancak yaşamayla bilinir.

 

Kaynak Kişi: Ömer Tural 

Karagöl Köyü (Gemerek / Sivas)

Tarih: 2007 - 2008 yıllarındaki derleme tutanakları

 

Derleyen: Deniz Karakurt

Ek açıklama / Sonraki yıllar: Malesef ki bu derlemenin bir kısmı bazı basılı kitaplarda kaynak belirtmeden, ne derlemeciye ne de kaynak kişiye atıf yapılmadan kullanılmış. Derlemenin benim tarafımdan yapıldığı tarih kayıtlarım arasındadır. İşlenmemiş ilk kayıtlar / veriler elimde mevcuttur ve aralarında daha fazla bilgi mevcuttur. Ancak bu derlemede olduğu halde bahsi geçen kitaplarda yer almayan bölümler de dikkate alındığında benim elimdeki metinlerin çok daha geniş olduğu kuşku götürmez. Üstelik elimdeki özgün metinler yeniden gözden geçirildiğinde hacmin daha da genişleyebileceği anlaşılabilir bir husustur.