Derleyen: Deniz Karakurt

Beştepe ve Harmancık köyleri Sivas ilinin merkez ilçesine bağlıdırlar. Çevrede “Gulam” adıyla tek köy olarak tanınsa da idari olarak ayrı köylerdir. Gerçekten de birbirine bitişik iki yerleşim yerinden oluşmaktadır. (Derlemeci notu: Yörede sorduğum kişilerde görüş ayrılığı vardı. Kimileri eskiden tek köy olduğunu sonradan ayrılmış olduğunu söylediler ama bu idari ayrılmanın nedenini bilen çıkmadı. Kimileri ise en baştan beri iki köy olduğunda ısrarcılar. Köy eskiden bulunduğu yerde büyük su sıkıntısı çekmekte ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında eşkıya baskınlarından başını alamamaktaymış. Bu sebepten köy halkının büyük bölümü başka yörelere göçmüş sadece dört hane Beştepe kayalıklarının doğu tarafına suyun yanına gelip yerleşmiş ve burada varlığını devam ettirmiştir. Burada Beştepe ve Harmancık Köyü adı altında iki köy olarak kurulmuş uzun zaman birlikte tek köy gibi varlığını sürdürmüşlerdir. Ama her zaman ayrı ayrı köylermiş. Gulam ise aslında Harmancık köyünün eski adıymış.)

Ek bilgi: Günümüzde köy niteliği taşımaya devam eden bu yerlerle kent merkezi arasında uzun bir mesafe vardır. Dolayısıyla büyüyerek artık birbirine kavuşmuş iki mahalle olduğu şeklinde bir anlayış kesinlikle yanlış olacaktır. Zaten çevrede birbirinden yeterince uzak olan pek çok köy bulunur. Kırsal bölge niteliği varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle kolay kolay rastlanmayacak bir biçimde birbirine bitişik olduğu halde farklı idari birimler sayılan iki köy mevcuttur. Köyün ortasından bir dere geçiyor olması yeterli bir izahat değildir. Türkiye'de pek çok köyün ortasından akarsu geçer ancak iki yakaları farklı köyler olarak ayrılmamıştır.

Tarihçe: Sivas ilinin güneydoğusunda Tecer Dağları'nın kuzey etekleri boyunca uzanan düzlükte, Beştepe olarak adlandırılan yükseltilerin doğusunda yer almaktadır. Köyün ilk kurulduğu yer, Beştepe'lerin tam batı dibinde yer alan ve şu anda küçük bir bölümü kalan Köy Kaya'sının güneyidir. Adı geçen kaya 1970 ve 1991 yıllarında yapılan Üçtepe Göleti ile Harmancık Göleti’nin yapımında kullanılmıştır. Osmanlı’nın son yıllarında bozulan dirlik ve düzen nedeniyle güven maksadıyla köyü şu anki yeri olan tepelerin doğu bölümüne, batı yakasına nakletmişlerdir. Derenin doğu yakasına Harmancık adıyla Köy Kalesi olarak adlandırılan yerin sakinleri yerleşmiştir. Köy yaşlılarının anlattığı bilgiye göre ise Beştepe’nin arkasındaki yerleşim alanının suya uzak olması nedeni ile köy yerinin şimdiki yere büyüklerin karar vermesi sebep olmuştur. Şimdiki yer daha önceden eski köyün mezrasıymış diyenler de vardır. Osmanlı buraya askeri talimgah kurmuş. Köyümüzün çayırlık olması ve askeri talimgah nedeniyle Padişah Yavuz Sultan Selim çıktığı Mısır seferi esnasında uğramış Karoğlundan memnun kaldığı için bir kısım araziyi kendisine hediye etmiştir. Daha sonra 4. Murat köyümüze Bağdat seferi esnasında uğramış köyümüzde belli bir zaman kalmıştır ( üç – dört ay kadar). Hatta rivayetlerde köyümüzden bir hocası olduğu ve çevreyi kendilerine bağlamayı teklif ettiği ama hocasının kabul etmediğidir. Köyde anlatıldığına göre padişah her sabah Köy Kayasının üzerine çıkıp etrafı seyrettiği rivayet edilir. Köy kayası şu anda yerinde yoktur. Şavaşa giderken genelde uğrarlarmış. (Derlemeci notu: Bu bilgileri tarihi belgelerle doğrulayabilmem mümkün olmadı. Tarihçilerin karar verebileceği bir husustur. Ben söyleneni olduğu gibi aktardım.) Her iki köy de eskiden Sivas’ın Ulaş ilçesine bağlılarmış. Sonradan merkeze bağlanmışlar.

Coğrafya: Sivas ilinin güney tarafında Tecer dağları eteklerine yakın düz bir eski göl yatağına kuruludur. Köyün güney tarafında kale ismi verilen eski Romalılardan kalma 300 merdivenli tarihi bir su sarnıcı vardır. Köy sırtındaki tepede antik çağdan kaldığı düşünülen beş höyük bulunur. Kuzeyinde Sivritepe (Mamga), batısında Beştepe kayalıkları bulunur. Köy çevresinde sazlıklar ve Pur denilen taş oluşumları vardır. Köy içerisinden geçen bir dere vardır, Tecer’de Bahtiyar’da bulunan kaynağından çıkmaktadır. Köy dışında ise Kanlı Irmak geçer, bu akarsu da Tecer’den Yedigöllerden çıkmaktadır. Yakınlarda 2 adet büyük sulama göleti bulunmaktadır. Köy ve çevresi aslında, yerleşime uygun değildir. Asbest ihtiva eden ve hiçbir bitkinin yetişmesine imkân tanımayan, halk tarafından ağ toprak olarak adlandırılan toprak, yer yer açık kaynak olarak zemini oluşturmaktadır. Su gibi bir etkenle karşılaştığında hemen eriyen bu toprak, evlerin zemini için güvenli değildir. Yine halkın Cünüt olarak adlandırdığı mevsimlik su kaynamaları, tarlalarda ürün miktar ve kalitesini düşürmektedir. Kireçli arazide oluşmuş mağara ve obruklar hemen her yönde görülebilir. Ağ toprak olarak adlandırılan asbestli toprak evlerin yapımında ve iç sıvasında kullanıldığından asbestin yörede görülen kanser türleri üzerindeki etkisi konusunda herhangi bir tıbbi çalışma yapılmamıştır. 1960’lı yıllarda köyün nakledilmesi konusunda müracaatlar yapılmışsa da verilen sözler seçmen oyalamadan öteye gidememiştir. Köyün kuzeyinde ekim ayı sonlarına doğru yağmurun etkisiyle ortaya çıkan dört ayrı yerde Cünüt adı verilen su göletleri oluşur. Göçmen kuşların çok sıkça uğradığı yerlerden biridir. Harmancık Köyü’nün bir bölümünde petrol kuyusu açılmış verimsiz olduğu söylenerek kuyu kapatılmıştır. Beştepe ve Harmancık Köylerinin geçim kaynağı iklimi nedeniyle tamamıyla buğday tarımına bağlıdır.

Mevki adları: Boğakoyuşu, Sırımcı, Puriçi, Sakarlar, Karaseki, Oluğunbaşı, Sualacak, Çaygara, Sarıuğne, Bulgurtepesi, Maltepesi, Kızılçevlik, Çecuun, Hevükçayırı, Kırmaönü. Eskiden Beyler Yaylası adı verilen köye ait bir yayla bulunmaktaymış.

İklim: Nemden yoksun bir havası vardır. Dağların ormansız olması sert ve kuru iklim koşullarını ortaya çıkarır. Yağışın kışın kar olarak düşmesinden başka bir su kaynağı yoktur. Yağmur sularını tutacak bitki örtüsünün olmaması toprağın kuru kalmasına neden olduğu gibi yeraltı sularının miktarına da bir fayda sağlamamaktadır. Özellikle bahar aylarında aniden soğuyan hava afet derecesinde dolu yağışına sebep olur. Bölgenin temel geçim kaynağı buğdayın ya tamamen yok olmasına ya da ürün kalitesinin düşmesine yol açar bu yağış. Yüz yıllardır çıplak olan toprak tamamen erozyona açıktır. Hayvancılıkla ilgili 1967 yılında başlatılan bir proje iyi netice vermesine rağmen uygulayıcıların daha sonra bu işi köylülere devretmesi sonucu yarım kalmıştır.

Kültür: Türkmen kültüründe var olan hemen herkesin heves ettiği şiir yazma (türkü yakma) geleneği, neredeyse terk edilir hale gelmiştir. Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış Aşık Emine’nin şiirlerini artık hatırlayan kalmadığı gibi zamanında yazıya geçiren de olmamıştır. Köye Aşık Ruhsati’nin sıklıkla uğradığı söylenir. Ziyaretgâh, mübarek yer, uğurlu ocak, evliya yatağı gibi inanışlara eskiden yörede çok sık rastlanırdı. Hastalık tedavisi yapan ocaktan çocuğu olmayan kadınların hamile kalmasını sağlayan ocağa, kuduz ocağına kadar eski kültüre ait pek çok inanış yaşam alanı bulmuştur. Tabiattaki diğer canlılarla ruhsal bağlantıya girerek onları yönetmenin mümkün olduğuna da inanılırdı. Kaybolan bir hayvan olduğunda bir bıçağın ağzı okunup üflenerek kapatılır ve bunun tılsımı ile canavarların ağzı kapatılır hayvan yenmekten kurtarılır. Bu konuda örnekler daha da artırılabilir. Göçebe kültüründe tabiata sonsuz saygı ve kutsiyet atfedilmesi temel esaslardan biridir. Bunun en güzel örneklerinden biri de sonbaharda yapılan Koç Katımı / Saya törenleridir. Bazı yerlerde Saya Gezmesi olarak adlandırılır. Damızlık olarak beslenen koçlar çeşitli boyalarla dini ve kültürel motifler işlenerek boyanır süslenir. Özellikle gençlerden oluşturulan kafileler ellerinde davul, tef gibi ses çıkaran aletlerle ve bazen de acayip kıyafetlere bürünmüş olarak, gülüşerek, ahenkli sözlerle, şarkı türkü söyleyerek evden eve, çadırdan çadıra giderek bir süre eğlenirler, mekân sahibi herhangi bir hediye verdikten sonra ayrılırlar. Bu gezmelerin nihayetinde imam ya da kutlu kişi gelecek mahsulün bol olması için dua eder ardından koçlar sürüye bırakılır. Topluca bir eğreke yani eğlenme yerine gidilir, bir kurban kesilir, kazanlar kurulur, gezmelerden toplanan yiyecekler ve et pişirilerek gelemeyen hastalar dahi düşünülerek üleştirilir yani paylaştırılarak yenir. Şehirlere olan akın bu değerin de unutulmasına yol açmıştır. Binlerce yıllık savaşçı kültürün yazısız kanunlarını taşıyan eğlencesi Cirit ve o oyunun oynandığı Karaman Atları ve Türkmen Atları da bu gün unutulan değerler arasındadır. Her hafta cuma namazından sonra ikindi vaktine değin oynanan bu yiğitlik gösterisi tarihin bir yerinde bir destanın bölük pörçük parçaları gibidir artık. Son ciritçileri hatırlayan var mıdır bilinmez. Deli Asinin Delioğlan, Edenin Osman, daha önceki kuşaktan Kara Yakup hatırlanan en iyi ciritçilerdir. Ramazan ve Kurban bayram arefelerinde ikindi namazından sonra mezarlığa gidilir ata mezarları ziyaret edilerek ruhlarına okunur. Bayram namazından sonra kesinlikle yapılması gereken ilk şey ata dede mezarlarının ziyaretidir. Yemek, bayramlaşma, kurban kesimi, hasta ziyareti, bu işlemden sonra yapılır. Cenazesi olup da bir bayram geçirmemiş kimselerin evlerine başsağlığı, yas almaya gidilir. Çocuğunu evlendirecek aile yası olan aileye giderek ölenlerin ruhuna Kur'an okuttuktan sonra merasim için izin alır ve ardından düğün ya da nişan başlar. Aksi durumda aileler arasına küslük girecektir. Köye ilk tahta cami 1253 yılında yapılmıştır. Köyde bir medrese kurulmuş olduğu da söylenmekte.

Yemekler: Belki yöresel yanılgı, belki değişik adlandırma sonucu Su böreği için Sibira, Suböra gibi adlandırmalar kullanılmaktadır. Bu yöredeki su böreği için; katı bir şekilde yoğurulan hamur, 2-3 milimetre kalınlığında açılır. Birkaç milimetre kalınlığında şeritler haline getirilir. Bu şeritler kare kare olacak şekilde doğranır. Diğer bir ifade ile birkaç milimetre ebadında küpler oluşacak şekilde kesilir ve suda haşlanır. Bir süre soğuduktan sonra sarmısaklı yoğurt ilave edilir. Kızdırılmış tereyağına pul biber ilave edilerek yemeye hazır hale getirilmiş olur. Bazı yörelerde de kızgın yağda yumurta pişirildikten sonra pul biber ilave edilir. Çorbalar ayranlı, salçalı çorbalar olarak ayrılır. Kesme hamurları sayacak olursak; erişte, kavurma erişte, şehriye (kuskus), topak hamur (kare), ebiş kulağı (üçgen hamur ya da pöçüklü hamur), bacaklı hamur (7–8 cm uzunluğunda) yemek ve çorbalarda esas öğe olarak veya temel madde olarak kullanılır. Mayalı ve mayasız olarak hazırlanan ekmekler, pişirilme yerlerine göre de tandır, sac ekmeği, fırın gibi sınıflara ayrılabilir. Buğdayına göre ekmek çeşidi vardır. Ekmekleri içinde en önem verileni yufkadır. Yufkanın daha küçük açılmış olanına fetil (fetir) dendiği gibi kalınına ise bazlama denir. Fetiller, tereyağı ile muamele edilerek yağlama adı verilen bir tür katmer yapılır. Bazlama ve yufka mayalı olarak da hazırlanır. Mayalı ekmeklerse şunlardır, fodula (yuvarlak tip), pağaç, kömbe (içli veya içsiz ki buna katı kömbe denir), tandırda yapılan lavaş, çörek, söve çöreği (sac üzerinde ve aynı zamanda direkt ateşte pişirilir). İki sac arasında pişirilen sac kömbesi (patates, kuyruk yağı, kavurma, taze peynir kullanılır), sac üzerinde yapılan ekşili ekmek (15–20 cm. çapında), kızgın kül içine gömülerek yapılan külleme) yörenin ekmeklerine örnektir. Yaygın olmasa da, içli veya içsiz kete, lezzetli ekmek veya çörek çeşididir. Yörede çok sevilen bir çeşit de, “gilik” adı verilen gözleme çeşididir. Çok çeşitli malzemeden üretilen bu yiyeceklerin üzeri tereyağı ile muamele edildikten sonra sıcak veya soğuk olarak yenir. Gözleme çeşitleri de; pazı, pancar, ıspanak, patates, kıyma, kavurma, çökelek ve değişik peynir çeşitleri sade veya biberli, baharatlı olarak yapılabilir. Gilikler, yarım yuvarlak, tam yuvarlak, katmer gibi katlama tarzında isteğe göre yapılır. Katmerlerde genellikle çiğ adı verilen taze krema kullanılır. Yufka ekmek, sulandırılarak (su serperek yumuşatılarak) küçük parçalara ayrılır. Kızartılmış tereyağı üzerine dökülerek ovmaç adı verilen yağlı bir yiyecek elde edilir. Buğdaydan unlu mamüller yapıldığı gibi başka yiyeceklerde üretilir. Kısmen de olsa şekerli yiyecek ihtiyacını karşılamak için yapılan bazı üretimler günümüzde hemen hemen terkedilmiş bazılarınca ise hiç bilinmemektedir. Uğut yarı tatlı bir yiyecektir. Yıkanıp temizlenen buğday tahta teknelerin içinde nemli bir şekilde güneşten korunarak çimlenmeye yatırılır. Buğday çimleri beş santim kadar sürdükten sonra suya atılarak karıştırılır ve böylece çimlerin buğdaydan ayrılması sağlanır. Kalan kabuğunun içi biraz boşalmış haldeki buğdaylar sohu taşlarında tokmaklarla dövülerek koyu bulamaç haline getirilir. Bu bulamaç bir miktar su ile eleklerden geçirilerek süzülür. Tıpkı pekmez kaynatımında olduğu gibi ateşin üzerinde karıştırılarak kıvamı istenildiği seviyeye gelince ateşten indirilir ve soğumaya bırakılır. Buğdayın diğer bir ürünü de Gavut’tur. Buğdaylar sacda kavrularak Kavurga elde edilir. Kavurga dibekte istenilen oranda dövüldükten sonra pekmez katılarak ürün elde edilmiş olur.

Efsane: Bölgemizle ilgili en eski rivayet Seyit Battalgazi ile ilgilidir. Bu rivayeti rahmetli Mazin Ali anlatmıştır. Kendisi yeni köylüdür. (Derlemeci notu: Yaklaşık 5 km ötedeki şimdiki adıyla Demiryazı köyü Yeni Gulam olarak da bilinir. Harmancık ise kayıtlarda Eski Gulam olarak da geçer.) İslam ordusu Hevük (veya Hayk) kalesini kuşatır ama alamaz. Battal Gazi değirmen boğazına askerlerini gizlemiş her sabah domuzları sulamaya giden çobanın bir anlık gafletinden yararlanıp (domuz pınarı) denen yerde domuzu öldürüp postuna bürünür ve kaleye sürü içinde girer, kapıları akşam açar askerlerine işaret eder ve içeriye girerek kaleyi alırlar.

Derlemeci notu / Ek bilgi: Hevük kalesi Beştepe ve Harmancık köyü sınırları içerisinde kalan ve kent merkezine yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan doğal bir tepenin üzerindeki sarp kayalıktır. Köyün yakınlarındaki Boğayokuşu denilen mevkide yer alır. 1231 yılında Ertuğrul Gazi’nin Moğolları yendiği Boğa Öyüğü Savaşının bu kalenin önlerinde gerçekleştiği söylenir. Tepenin geniş ve yayvan etekleri vardır, dik kayalıklar ise orta bölümde yükselmektedir. Kaya araları horasan harçlı duvarlarla tahkim edilmiştir, bunlar uzaktan hiç belli olmaz. Ancak yakından farkedilebilir. Kalede bulunan giriş kapısı dışardan gözükmeyen, basamaklar halinde aşağıya doğru inen kuyu benzeri bir tünel ise geçmişte sarnıç olarak kullanılmış. Bu merdivenin aşağı inen 350 basamaktan oluştuğu söyleniyor, en sonda ise 4 tane oda varmış. Köydeki yaşlıların anlattıklarına göre geçmişte içerde farklı kapıları bulunmaktaymış ama günümüzde sadece boş bir odadan ibaret olduğu söyleniyor. Yani kapılar çökme nedeniyle kapanmış olabilir. Ayrıca defineciler zarar vermişler. Giriş kapısı ise kayaların arasında olması nedeniyle herhangi bir cepheden gözükmüyor. Merdivenlerin basamakları eskiden daha belirgin iken günümüzde oldukça yıpranmış. İniş ise oldukça tehlikeli olduğu için kimse artık cesaret edemiyormuş ve muhtarlık tarafından yasaklanmış. Donanım ve gereç sahibi uzman araştırma takımlarının yapabileceği bir iş olduğu söyleniyor.

Kaynak Kişiler:
1. Mehmet Şeker
2. Muhiddin Badem
3. Ali Badem
4. Harun Badem
5. Ali Binici

Derleyen: Deniz Karakurt