Derleyen: Deniz Karakurt
Kaynak Kişi: Esen Aydoğmuş
Konu: Sivas ilinin Kangal ilçesine bağlı Bahçeliyurt köyüne dair derleme

KÖYÜN ESKİ ADI
Eski adı Kilise olan köyün adı daha sonraları Bahçedar olarak anılmaya başlanmış. Köye adını veren kilisenin İsa’nın havarilerinden birisi tarafından yaptırıldığı söylenmekte. Bu havarinin adını ise Aziz Fadil (veya Fatil) olduğu rivayet edilmektedir. Kilise 1958’de yıktırılmış, günümüzde ise yeri bile tamamen kaybolmuş durumdadır. Kilise köyü on iki mezradan oluşmaktadır.

KİLİSE KÖYÜNÜN TARİHİ
Kilise Köyü: Roma, Bizans ve Danişmentliler Selçuklu Devletlerinin kalıntılarının bulunduğu, Romalılardan kalma Kiliseden isminin alan Kilise Köyü eski bir yerleşim yeridir. 1515 yılında Adana, Malatya, Dersim ve Divriği den gelip Keklik Pınarı isimli bir kaynağın etrafına yerleşirler. Kilise Köyü’nün 3 Km. batısında bulunan Mağara mevkiinde bulunan Danişmentlilerden kalma bir yerleşim yeri vardır. Bu yerleşim yerinde Romalılardan kalma kalıntılarda mevcuttur. Yine aynı bölgede, Fatilinyurt isimli bir bölge vardır burasının eskiden bağlık bahçelik bir yer olduğu söylenir.

Kilise köyü yakınında Fatilinyurt diye bahsedilen mevkisinin havasının, suyunun, meyvesinin, etinin, sütünün bil hassa kaymağı ve peyniri çok lezzetli olduğuna dair rivayetler vardır. Kilise köyünün beş Km. Kuzeyinde Yağmurlu oğlunun yurdu diye bir yayla vardır burası görmeye değer enteresan yerlerden biridir. Ozangediği denilen bir alan vardır. Rakımı 2450 metredir. Havari Fadıl Antakya Senpiyer Kilisesi’nden Romalılar tarafından zorunlu göçe tabi tutularak burasını kendisine yurt edinmiştir. Ve o döneminde bu alanda beş yüz parsel üzüm bağı varmış en büyük parsel üç dönümmüş. Burada yetişen üzüm Arapgir üzümü olup şarapçılıkta kullanılırmış yörenin en kaliteli şarapları bu bağlarda yetişen üzümlerden imal edilirmiş. Kilise, havariler tarafından ibadet te açıldığında çevresinde mezra niteliğinde 15 adet yerleşim yerleri vardır. Bunların hepsi Ermeni kökenlidir. Tamamı bağcılık ve şarapçılıkla uğraşmakta idiler.

AZİZ FATİL’İN KİLİSE KÖYÜNE GELİŞİ (Miladi 50)
Romalıların baskısı nedeniyle Antakya Senpiyer kilisesinden ayrılmak zorunda kalan, İsa Peygamber in üç halifesinden biri olan Aziz Fatil isimli Havari Kilise köyüne yerleşmeye karar verir. Buraya bir kilise yapar. Bu Kilise Hırıstiyanlarca çok kutsal yerdir. Kilise 1500 yıl Hıristiyan alemine hizmet verir. Kilisenin şu anki durumu içler acısıdır. Binlerce yıl ayakta kalan bu tarihi eser1958 yılında yıkılır. Taşları sökülerek Kangal ve Akçakale Köyü Camii inşaatında kullanılır. Şimdi ise Kilisenin temelinden başka bir şey kalmamıştır.

TÜRKLERİN YERLEŞMESİ
Yakınlardaki Ceviz köyüne üç kardeş yerleşir. İki kardeş Ceviz’de kalır, Veli Kâhya (Veli Yörükoğlu) üç oğluyla (İsmail, Mansur, Mustafa) Ceviz’den göçüp Kiliseye yerleşirler.

Bir rivayete göre Akça Sadığın oğlu Yusuf Ermenilerden Mina isimli kıza aşık olur iki genç evlenmek isterler ise de din ayrılığı nedeniyle her iki tafralar da bu iki gencin isteğini onaylamazlar. Bir birini seven iki genç beraber kaçmaya karar verirler Ceviz Köyü ile şimdiki Orta köyün doğusunda bulunan Kale de buluşurlar. Mina da bir bohça Yusuf’da ise küçük bir kama vardır, ikisi birlikte Lülük (Lüülük / Lüğlük gibi okunur) deresinde bulunan Yusuf un dayısı olan Mamili’nin ağılına sığınırlar. Ermeniler Mina’nın kaçtığını haberini kısa zamanda alırlar, iki genci aramaya koyulurlar ve iki gün sonra Mamili’nin yanında olduğunu öğrenirler. Mina ile Yusuf’u yakalamak için harekete geçerler. Mamili iki genci koruyamayacağını gençlere anlatır, onlar da Mamili’nin ağılından ayrılarak Lülük kayasına doğru yönelip, Lülük dağındaki bir mağaraya sığınırlar. Ermeniler aşıkların izini sürerek saklanmış oldukları mağarada bulurlar, Yusuf karşı koysa da Ermenilerle başa çıkamaz Mina’yı Yusuf’tan koparıp alırlar. Yusuf kamasıyla saldırınca adamları kışkırtmış olur. Kendisini orada bıçaklayarak öldürürler. Daha sonra bu olayı Ceviz Köyü halkı duyar olay mahalline giderler, salaca yapıp bir ata bağlayarak köye getirip cenazeyi defnederler. Ceviz Köyü’nün 3 km mesafede Yurt mevkisinde yaşayan 50 haneli 150 nüfuslu Ermeniler ile Ceviz Köyü ahalisi arasında büyük bir kavga çıkar. Olaylar büyür. İki taraftan da ölüm ve yaralanmalar olur. Lülük Deresi ve Kaledibi mevkilerinde Ermeniler tarafından yetiştirilen ceviz ağaçlarının sayısı 1500 adet den fazla olduğu söylenmektedir. Ermeniler yurtlarından ayrılırken Ceviz Köyüne, bizden sonra bir ceviz ağacı dikerseniz çocuklarınız ölür derler daha sonra ceviz köyünden bir aile üç adet ceviz fidanı diker, tesadüf ya ceviz fidanının diken ailenin 15 yaşındaki çocuğu ölür. Bu ölüm üzerine köylüler, Ermenilerden kalan kale dibi, Lülük deresindeki yurtta bulunan tüm ceviz ağaçlarını keserler binlerce ceviz ağacından sadece Ermenilerden kalan günümüze kadar ulaşan, Orta köyde Aliğilin bahçesinde tahminen 500 yaşında bir ceviz ağacı kalmıştır. Bu ceviz ağacı hala yaşamaktadır. Bu olaydan sonra Veli Kahya Ceviz Köyünden ayrılır. Kilise Köyüne şu anki ağlın önü mevkisine İlk temeli atar ve yerleşir.

DERMAĞ OCAĞI
Köyümüzde(egzama) Derma Ocağı vardır. Kilisenin hemen yakınında Ocakzade Hoşafçılardan Zeynep Ana isimli nur yüzlü bir ana yaşadı. Halk arasında dermağ, tıp dilinde egzama denilen cilt hastalığına yakalanan hastalar ocağa gelir kısa zamanda şifa bulurlardı. Şimdi bu ocak harap olmuş sadece temelleri kalmıştır. Zeynep HOŞAFCI bu işi yapmaktaydı.

MEVKİLER
1. Hören, 2. Mağara, 3. Ceviz ağılı, 4. Arapoğlunun göl, 5. Fatilin yurt, 6. Haceyin yatağı, 7. Çoban kayası, 8. Baş tarlası 9. Bahçecik, 10. Yağmurlu oğlunun yurt, 11. Göksarp, 12. Kalkan deresi, 13. Ömer koyağı, 14. Sünnetsekizi, 15. Kilisenin bulunduğu alan merkezi yerleşim yeridir.

Köyün Kuzey doğusunda yörenin en ünlü dağı olan Baydığın dağı bulunmaktadır. Bu dağın doruğu ziyaret kabul edilen kutsal bir yerdir. Güney doğusunda Çallı dağı güneyinde Lülük Dağı bulunmaktadır.

KÜLTÜR
Köyde kabileler arasında ayrı ayrı Dedelerin benimsendiği görülmüştür. İbalıların Dedesi (Seydali Sultan Ocağından) Malatya Yöresinden gelen Haydoğ Dede, Kelhasanların Dedesi (Şah İbrahim Zeynal Abidin Ocağından) Ceviz köyünden gelen İbrahim Dede, Mansurların Dedesi ise (Dedekargın Sultan Yusuf Ocağından) Hekimhan'dan gelen Hasan Dede'dir. Cem'ler ortak yürütülür. Köyümüzde şu anda Cem törenleri çevre köylerle birleşilerek yapılır. Köyümüz Alevi köyü olduğu için, en hatırlı kişi, sözünden çıkılmayan kişi, dededir. Köyümüzün en ünlü bağlama ve derleme üstadı (ozanı) Aşık Fakir Mahla'sıyla Rıza Karahan'dır. Bir çok derlemesi ülkemizdeki saygın sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Ayrıca kışın işlerin hafif olması sebebiyle köyün damlarında veya harmanlarda aşık oynanır. Özellikle pınarın kaş dediğimiz köy meydanında yöresel ismi (Aragetti) adlı oyun ve gene yöresel ismi (Delle Deynek) isimli oyunlar köyün gençleri ve delikanlılar tarafından oynanırdı. Şimdi bu oyunlar köyümüzde unutulmaya yüz tutmuş oyunlardır.

CEM
Köyümüzde cemler genellikle kış aylarında yapılırdı. Ceme “comaat denirdi. Köyümüzde genellikle iki- üç evin birinde görgü (cem törenleri) yapılırdı. Yıl içerisinde kırgınlıklar olursa, bu cemlerde çözüme kavuşturulurdu. Aralarında sorun olan kişiler ortaya çıkarılır, dedenin karşısında “dar”a dururlardı. Dar’a duran kişiler yalan söylemezlerdi. Cem bir hafta kadar sürerdi. Gelecek yıl görgüye katılacak olanlar “danışma yemeği” verirler, kurban keserlerdi. Ceme gidenler yemeklerini yedikten sonra, lokmalarıyla birlikte cem yapılan yere gidilirdi. Lokma olarak kömbe, kuymak, helva gibi şeyler oluşturmaktaydı. Cemlerde iki türlü sohbet olurdu. Birisi dinsel, diğeri günlük yaşama ilişkin sohbetlerdi. Dinsel sohbetlerde, Allah, Muhammed ve Ali birlikte anılırdı. Cemlerde Atatürk’ün önemli bir yeri vardı. Geçmiş ulu kişilerin hayatı efsanevi bir şekilde anlatılırdı. Hz. Ali’nin cenkleri, Battal Gazi destanları anlatılır, duygular dile getirilirdi. Perşembe günleri kültürümüzde (Alevi) önemli bir yeri vardır. Perşembe günleri ve akşamı kutsal gün olarak anılır. Akşamları zorunlu işler dışında bir iş yapılmazdı. Perşembe akşamlarına “Cuma akşamı” denir. Perşembe akşamları yapılan cemlerde, Kerbela konusuna özel bir yer verilir, Hz. Hüseyin için mersiyeler söylenir, bazı insanlar gözyaşını tutamayarak ağlarlardı. Görgüye katılan dedeler memleketlerine, köylerine dönecekleri zaman kesilen kurbanların arka bacağının alt kısımları (omca) ve hakkullahları ile birlikte heybesine konur, memleketlerine ulaştıklarında da gelen misafirlere omca denilen kurban pişirilerek ikram edilirdi.

HIZIR ORUCU
Bir efsaneye göre, karada darda kalanların imdadına Hızır’ın, deryada darda kalanların imdadına da İlyas’ın yetiştiğine inanılır. Şubat ayının 13’ünü izleyen ilk hafta üç gün “Hızır Orucu yollanır” (tutulur) dördüncü gün perşembe gününe getirilerek (perşembe günleri haftanın kutsal günlerinden sayıldığı için sürekli oruç tutulmakta) toplam 4 gün oruç tutulmuş olurdu.

ABDAL MUSA KURBANI
Alevi ve Bektaşiler her yıl Abdal Musa adına kurban keserler. Genellikle yıl sonlarına denk gelir. Belli bir ayı ve günü yoktur. Köyün ileri gelenleri bir araya gelerek, kurbanın ne zaman yapılacağına karar verirlerdi. Görevlendirdikleri kişiler köylüden para, buğday, un, bulgur gibi şeyler toplayarak bunları paraya çevirirler ve bu parayla ne tür kurban alacaklarına karar verirlerdi. Durumu iyi olmayan tuz gibi daha az değeri olan şeyler vererek kurbana katılırlar. Kararlaştırılan günde kurban kesilir, pilavlar pişer, köylüler bir araya gelerek kurban yemekleri yerler, dualar edilir, deyişler söylenirdi. Her evdeki kişi başına kevgirle kurban yemeği dağıtılırdı. Köyümüzde nüfusun hızla göçlerle azalması ve genellikle orta yaş üzeri insanlarımızın köyde yaşamaları nedeniyle uzun denebilecek bir süreden beri yapılamamaktadır. Abdal Musa’nın gizli ve gaipten askerlerinin olduğuna, çocuk yaşta ölenlerin, Abdal Musa’nın askerine katıldıklarına inanılırdı.

HIDIRELLEZ
Yılın belli bir gününde kutlanır. Yöremizde Rumi takvime göre 23, Miladi takvime göre mayıs ayının 6.günüdür. Yöresel olarak da 6. Mayıs “yaz mevsiminin başlangıcı” sayılır. Kentlerde kömbe, kuruyemiş gibi yiyeceklerle birlikte kırlık, yeşillik alanlara gidilerek eğlenilir, oyunlar, türküler söylenir.

NEVRUZ
21 Mart günü aileler, komşularıyla birlikte yaptıkları kömbelerle, haşlanmış boyalı yumurta ve kavurga ile kırlara giderek kutlanmaktadır. Köyümüzde Nevruz Köyümüzde nevruz geleneğinin çok önemli bir yeri bulunmamaktadır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla genel anlamı bilinmesine rağmen özel törenler düzenleme, anma şeklinde bir gelenek görülmemektedir.

İKLİM
Bölgemiz meteorolojisinde etkili olan belli günler mart dokuzu, “abrul beşi” soğukları diye adlandırılmaktadır. Abrul beşinin şiddetini ve etkisini anlatmak için yöremizde şu deyim kullanılmaktadır. “Sakın abrul beşinden, camızı ayırır eşinden”. Bölgemiz yağış bakımından tipik karasal özellikler gösterir. Yöremizde yağışlar en çok ilkbahar ve kış aylarında düşer. Yazlar oldukça kurak geçer. Yağışlar kışın kar yağışı şeklinde görülür. Tarım ürünleri olarak buğday, arpa, mercimek, nohut yetiştirilmektedir. Yükseklikten dolayı ekinler geç olgunlaşır. Bazen kış mevsimi etkisini erken gösterir, ekinler tarlada toplanmaya bile fırsat kalmadan yağmur, kar altında kalırdı. Bugün makineleşme sayesinde hasat daha kısa zamanda kaldırılmaktadır. Arazinin geniş olmasına rağmen toprak verimli değildir. Günümüzde, gübre ile yapılan tarımda % 10-15'lerde verim alınabilmektedir. Kışları soğuk geçmektedir. Son yıllarda dünya çapındaki iklim değişikliği iklimi biraz yumuşatmıştır. Kış aylarında yağan karlardan dolayı evlerin damları tamamen kar altında kalır, beyaz düz bir örtü oluştururdu. Bir evden diğerine gidebilmek büyük beceri gerektirirdi. O kış aylarında, evlerden dışarı çıkmak için kapı veya pencerelerden tüneller kazılırdı. Köyün sürekli akan tek ana çeşmesi de bu sert hava koşullarından payını alır, beyaz düz örtü altında kalırdı. Köyümüzde bu koşullar altında su ihtiyacı karlar eritilerek giderilmeye çalışılırdı. Toprak damların üzerinde biriken kar kütleleri imece usulüyle çalışılarak temizlenirdi. Kışın uzun sürmesinden dolayı İlkbaharın geç gelmesi ile hayvanların alafları (yiyecekleri) biter, yollar aylarca kapalı kalır, ulaşım imkanı olmadığından yem temini imkansız hale gelirdi. Hayvanlara ağaçların ince dalları soyularak ya da keven gibi dayanıklı köklü bitkiler sökülerek ilkbahar mevsimine girilmeye çalışılırdı. Mal canın yongasıydı. Köyümüzde yıl içerisinde en büyük tehlike kışın uzun sürmesiydi. Karların kalkmaması sel, deprem gibi doğal afetlerden sayılır, korku ve panik içerisinde; ilkbahar mevsiminin gelmesi dört gözle beklenirdi.

BİTKİ ÖRTÜSÜ
Bölgemizde bozkır bitki örtüsü hakimdir. Bu tip bitki örtüsü, genel olarak ilkbaharda karların erimesiyle yeşeren, temmuz sıcaklarıyla sararmaya başlayan, kuzukulağı, sığırkuyruğu, keven, hırmış, evelik, kekik gibi otsu bitkilerdir. Bozkır bitki örtüsünün diğer bir özelliği de kuşburnu, karamuk, kızılcık, böğürtlen, iğde gibi çalılıklar ile alıç, dağ armudu, ahlat gibi bodur ağaçlardan oluşur. Karamuk; Ekşimsi bir tadı vardır, üzümden daha tatlı ve buğday taneleri büyüklüğünde koyu renktedir. Mehlem, meşe, armut, sürsülük ağaçları köyümüzün belli alanlarında yetişmektedir. Su kenarlarında genellikle kavak ve söğüt ağaçları bulunmaktadır. Ayrıca yemlik, madımak, kuzukulağı, evelik, çiğdem, nevruz (nevruz) kangal, ebegümeci, ısırganotu, kabalak, kazan karası, gelin parmağı, kekik, kenger, körmen, kuşkuş, sarmaşık, tekesakalı, telice, narpız gibi yenilebilen otsu bitki türlerindendir. Köksü diyebileceğimiz bitki türlerinden golguç (yer elması)’un ayrı bir yeri vardır. Mantarlarlar yöremizde göbelek olarak bilinir. Mantarlar belli mevsimlerde yabani olarak toplanır ve tüketilir. Çaşır denilen bitkinin çürüyen diplerinde yetişen göbeleğin (Çaşır Göbeleği) ayrı bir tadı vardır. Köyümüzde mayıs ayında yağmurların yoğun yağması sonucu mantarlar en iyi bu dönemde toplanır. Yenebilir olanlar köylüler tarafından bilinir, tanınır. Çiğdem, papatya, nergis, sümbül, kardelen, lale, gelincik bölgemizin tipik en güzel çiçeklerini oluşturmaktadır. Yöremiz yüksek olduğundan meyve ve sebze gibi yiyecekler köyün içinde değil; sulu arazilerde, dere yataklarında yetiştirilmeye çalışılır. Onlar da ihtiyaçlarımızı karşılamakta yetersiz kalmaktadır.

Her ne kadar köyümüz kabile sistemiyle bölünmüş izlenimi verse de, kabileler arasında kız alıp verme yoğun bir şekilde yaşandığından, Kabileler arası ayrım söz konusu değildir. Çevremizdeki köylere baktığımızda, Köyümüz insanların birbirlerini daha çok sahiplendiği hastasında, düğününde, cenazesinde daha yoğun bir şekilde toplumsal mutabakatta bulunulduğu izlenimini rahatlıkla görebiliriz.

KUTSAL VEYA UĞURSUZ SAYILAN BAZI VARLIKLAR
1-Eşik: Kültürümüzde, geleneğimizde evin eşiğinden giren kimse, Tanrı misafiri olarak kabul edilir, düşman dahi olsa bir şey denmez, her türlü kötülüklerden sakınılırdı. Diğer ikinci önemi de eşikten geçilirken besmele çekilirdi. Cin ve perilerin eşikte durduklarına inanılırdı. Cin ve perilerin çocuklarının eşikte yattıkların inanılarak kaynar su eşiğe dökülmezdi. Üçüncü olarak da yağmurlu havalarda eşikte durulmaz, eşikte duranı yıldırım çarpar inancı toplumumuzda yaygındır.
2-Koyun: Melek olduklarına inanılırdı.
3-Keçi: İyi gözle bakılmaz, şeytan ruhlu olduklarına inanılırdı.
4-Horoz: Cebrail olduklarına inanılırdı.
5-Baykuş: Gece evinde baykuş öten ailenin aile fertlerinden birinin öleceğine işaret olduğuna inanılır. Baykuşun uğursuz olduğu inancı yaygındı.
6-Güneş ve Ay: Sabahleyin güneş doğarken ve Ay'ın ilk göründüğü gün, ellerini açarak “Ay gördüm Allah. Amentübillah. Çok günahım varsa, bağışla Allah” diye dualar okunurdu. Güneş doğarken herkesin o günkü nasiplerinin dağıtılacağına inanılır bu yüzden evlerin kapıları açık tutulurdu. “Gün, Muhammet; Ay, Ali'dir” inancı yaygındır. Güneş ve Ay tutulmalarında silahlar atılır, boş teneke kutuları davul gibi çalındı. Buna neden olduğuna inanılan nesneler kaçırılmaya çalışılırdı. Eğer tutulma fazla sürmüş ise buna gösterilen tepkinin yetersiz olmasından kaynaklandığı inancı yaygındı. Güneş ve Ay tutulmaları iyi karşılanmadı.
7-Yıldız Kayması: Gökten bir yıldız kaydığı zaman bir insanın bu dünyadan gittiğine (öldüğüne) inanılırdı.

UĞURLU VE UĞURSUZ SAYILAN İNANÇLAR
- Hayvanların dağda kalanlar kurtlar yemesin diye; dua okur “Gözün bulut, ağzın kilit olsun” der, bir ekmeği evin direklerinin arasına asarlardı. Buna “kurt ağzı bağlama” denirdi.
- Depremlerde küllükler güvenli yerler olduğuna inanılırdı. Küllüklerin depremde sallanmadıkları düşünce ve inancı yaygındı.
- Akşamları aynaya bakmak, tırnak kesmeyi uğursuz sayarlardı.
- Yere düşen bardak kırılmadığı zaman uğursuzluk sayılır. Kırılmazsa bile kırılıp atılırdı.
- Bacaya Baykuş konması uğursuzluk sayılırdı.
- Perşembe akşamları iş yapmak iyi karşılanmazdı. Perşembe günleri haftanın uğurlu günü sayılırdı. Bu günde kutsal “Cuma” günü olarak ibadet edilir, dualar okunur, kömbeler komşulara dağıtılır, yardıma ihtiyacı olanlara maddi yardımlar yapılırdı.
- İki elini koynuna sokanların, kısmetlerinin kesileceğini inanılırdı.
- Çocukların, bebeklerin aynaya baktırılması günah sayılmaktadır.
- Çocuklar sürünürse, eve misafir geleceğine inanılırdı.
- Yeni doğmuş bebeklere kırkı çıkana kadar su verilmezdi. Meleklerin su verdiğine inanılırdı.
- Boş bebeğin sallanması uğursuzluk olduğuna inanılır. Bebeğin başına bir şey gelecek diye iyi karşılanmazdı.
- Doğum yapan anneler birbirlerine kırkı basar diye gitmezlerdi.
- Su içen insana “Su içene yılan bile değmez” diye dokunulmazdı.
- Tavuk su içerken gagasını yukarı kaldırdığında “Tavuk bile su içerken Allah'a yalvarıyor” derlerdi.
- Geceleri su içmeyi iyi karşılamazlardı.
- Tavuk gürke yatırır iken kadın yatırırsa, civcivlerin tavuk; erkek yatırırsa, civcivlerin horoz olacağına inanılırdı.
- İlkbahar ayında ilk gök gürlediği zaman, duyan kişi hemen yerden bir taş alır sırtına değdirirse, o kişinin belinin ekin biçerken, ağrımayacağına inanılırdı.
- Hamile kadın aş ererken, dikkatlice kime bakarsa, doğacak çocuğun o kişiye benzeyeceğine inanılırdı.
- Köpek ulumasının uğursuzluk getireceğine inanılırdı.
- Kedinin yalanması halinde o eve yakında misafir geleceğine inanılırdı.
- Geceleri ıslık çalanlar iyi karşılanmaz; “Başına cinler toplanır”, “Kıtlık olur”, “Kısmetin kesilir”, “Nişanlın geveze olur” denirdi.
- Kötü rüya görüldüğünde bir yoksula sadaka verildiğinde, rüyalarının iyiye yorumlanacağına inanılırdı.
- Bir kimse öldüğünde ısıtılan suyun ateşi üç gün boyunca yakılırdı. Öbür dünyada da ateşinin sönmemesi inancı yatmaktadır.
- Bebeklerin, çocukların nazardan korumak için nazarlıklar takılırdı.
- Hayvanlarına nazar değmemesi için boyunlarına, çeşitli nazarlıklar takılırdı.
- Gözleri mavi olan insanların, nazarlarının daha çok değdiğine inanılırdı.
- Bir kimsenin kulağı çınladığında, uzaktaki birinin o kişiyi andığına inanılırdı.
- Bir kimsenin elbisesinin düğmesi üzerinde iken dikilirse, aklının da dikildiğine inanılırdı.
- Yanık ekmek yiyen, kurt tan korkmaz, ya da yanık ekmek yiyen para bulur derlerdi.
- Çeç elerken kalbur çeçe değerse, bereketi kaçacağına inanılırdı.

GEÇİŞ TÖRENLERİ
Doğum Töreni
Köyümüzde doğum öncesi kısırlığı gidermek için ziyaret yerlerine gidilmekteydi. Balmumu tütsüsünün üzerinde durulur, dedelere, türbelere, Yatırlara gidilirdi. Doğumdan sonra alkarısı tasarımı ve kırkbasması inancı yaygındır. Kırk basması doğum yapan anneyle çocuğun doğumdan sonraki 40 gün içindeki hastalanmasına verilen isimdir. Köyde kırklama işlemi için doğum yapan annenin yanında biri kalır ve gece lambalar açık tutulurdu bu gelenek hala yaygındır. Alkarısının yeni doğum yapan kadına ve çocuğuna gelmemesi için kadının başucuna Kuran konulur, lokma ekmek konulur, ayrıca büyük iğnelerde konulurdu.

Bereket Törenleri
a) Yağmur Duası
Eskiden Köylüler kuraklık zamanlarında, yağmur yağdırmak için duaya çıkarlardı. Dedeler dualar ederdi. Şimdi yoğun göçten dolayı yağmur duası yapılmamaktadır. Toprağa tohum ekmeden evvel uğurlu sayılan kişiden bir kap (tas) buğday alınır, yerine de buğday verilirdi. Dua edilerek ekim işlemine komşudan alınan buğdayın ekilmesi ile tohum ekme işlemi başlamış olurdu. Arazilerimizin engebeli olması nedeniyle istenilen verim alınamamaktadır. Ekilen buğdayın türlerine baktığımızda( Zerin)ilkbaharda ekimi yapılmaktadır. Zerin buğdayının unu özlü olduğu için hem ekmeği hem de bulguru lezzetlidir. Güzlük dediğimiz buğday ise sonbaharda ekilir soğuğa dayanıklı bir buğday türüdür. Ayrıca Çavdar ve Arpa da sayabileceğimiz kışın beside kullanılan buğday türleridir. Büyüklerimizin anlattığına göre kıtlık döneminde arpa ekmeğinin de sık sık yapıldığı şeklindedir. Baklagillerden Mercimek ve nohut ta köyümüzde ekilmektedir. Bu ekimlerin birde tartılması için ölçü birimleri vardır. Yöremizde ve köyümüzde kullanılan ölçü birimlerini şöyle sıralayabiliriz. 1 teneke = 14 ile 16 kg arasında değişmektedir. 1 timinne = 7 - 8 kğ = yarım ölçek. Timinnenin yarısına = Güccük denir. Güccüğün yarısı = 1,5 - 2 kg değerinde ölçü birimleridir.

b) Koçkatımı
Koçlar, temmuz ayı içerisinde sürüden ayrılır ve ayrı otlatılırdı. Her yıl kasım ayının ilk iki haftası içerisinde koç katımı yapılır, koçların sürüye katılacağı gün çobanlar koçları önceden getirdikleri kırmızı toprak bayası ve ip boyamak için alınan çeşitli renkteki boyalarla, bazı şekiller vererek boyarlardı. Koçların boyunlarına eşarp, havlu, elbiselik kumaş gibi çeşitli armağanlar bağlanır, ya da boynuzlarına elma, armut... gibi çeşitli şeyler takılır, işlemeli duvak giydirilirdi. Bütün aileler o gün için kömbe gibi yemekler yaparlar, buğdaydan kavurga yaparak içerisine üzüm ve çedene katılırdı. Küçük çocuklar koçların üzerine oturtulur eğer erkek çocuk ise erkek kuzu, eğer kız çocuğu ise diş kuzu dölleyeceğine inanılıyordu. Köylüler müsait bir yerde toplanırlar. Çobanlar sürülerini sıra ile köylünün önlerinden geçirirlerdi. Hangi çobanın sürüsünün daha iyi daha bakımlı olduğu konuşulur, tartışılırdı. Koç ve tekeler sürünün içerisine salınırdı. Boyun ve boynuzdaki armağanlar, çobanlar tarafından toplanırdı. Sürü geçiş merasimi bittikten sonra, getirilen yiyecekler hep birlikte yenilirdi. Köyümüzde hemen herkes, koç katılımına katılırdı. Bilhassa genç kız ve oğlanlar özel olarak hazırlanırdı. Günümüzde (2011) üç yüz e yakın davar bulunmakta ve bunlar da 3-4 aileye aittir.

SAYA GEZME (”Davarın yüzü yetti”)
Koç katımından yüz gün sonra, “davarın yüzü yetti”, diye çobanlar ve köyün gençleri Saya gezilirdi. Gençler birbirlerine telli-duvaklı gelin elbisesi giydirerek “gelin” yapar, başka birine özel elbise giydirilerek “ayı” yap ve diğerlerinin bacaklarına da davarların kelek ve çanları takarak tilki yaparlardı. Ayı ve tilkinin görevi gelini korumaktı. Çobanların önünde bir eşek, arkadan gelin, ayı ve tilkiler tarafından ellerinde çubuklar ya da kar var ise kartopu ile kovalarlardı. Çobanın biri kaval çalar, evden eve dolaşılır ve hangi evin önüne vardılar ise çeşitli maniler söylerlerdi. Uğranılan ev sahibinin eli gelinler tarafından öpülmek istenir, yarenlik olsun diye iğne batırılmaya çalışılırdı. Ev sahibi geline hediyeler takar, un, bulgur, buğday gibi şeylerden eşeğin sırtındaki heybeye katardı. Bazı evlerde türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Köyün bütün evlerini dolaştıktan sonra, köyün gençleri bir yerde toplanırlar, yemekler yerler, çeşitli eğlenceler düzenlerlerdi. Toplanan hediyeler çobanlar tarafından pay edilirdi.

Köyümüzde her evde hemen hemen bir veya birkaç tane koç bulunmaktaydı. Herkes en iyi koçun kendilerinde olduğunu söylese de en tutulan koç türü Kangal (Ulaş) koçlarıdır ve köyümüzde de birkaç evde vardı. Şimdi ise eskisi gibi şenlikli koç katımı yapılmamaktadır.

Derleyen: Deniz Karakurt
Kaynak Kişi: Esen Aydoğmuş
Yer: Bahçeliyurt köyü (Kangal - Sivas)