Almanca ve Sivaslıca Arasındaki Ortak Nokta

(Dilbilimsel Bir Anı)

 

İlkokulu bitirdiğimiz sene girdiğimiz bir sınavla Selçuk Anadolu Lisesini kazandık. Kazandığımızda diğer okullardan farkının ne olacağını bilmiyorduk, mesela ortaokula gidecektik ama lise deniyordu. Belki bilenler vardı ama pek çoğumuz için bu durum geçerli değildi. Sorarak öğreniyorduk. Ortaokul bittikten sonra da aynı okula devam edecektik, o yüzden lise imiş adı. Ardından öğrendik ki asıl mesele yabancı dilmiş. Okula gidebilmek için bir servis ayarlamaya çalışırken zaten orada okuyan mahalledeki bizden büyük bir öğrenciye rastlayınca daha çok bilgi edinme şansımız oldu. Mahallede yeni kazananlar olarak biz ya üç kişiydik ya dört kişi. Denildi ki bir sene hazırlık okuyacaksınız yabancı dil öğreneceksiniz. İngilizce bölümü ve Almanca bölümü olmak üzere iki kısım vardı. Ben Almanca bölümünü kazanmıştım. İngilizce bölümünü genelde eğitim seviyeleri yüksek, maddi durumları daha iyi olan ailelerin çocukları kazanıyordu. Elbette ki istisnalar vardı. Şehrin bir ucundan diğer ucuna lise okumak için gitmek o dönemler pek sık rastlanan bir şey değildi; en yakın mahalle lisesi neredeyse oraya gidilirdi. Ancak bizim okulumuz Kabakyazısı denilen Sivas'ın o dönem için ücra bir yerinde olduğundan dolayı mecburen servisle gidip gelmeye başladık. Tabii ki o zamanlar servisler yaygın değildi ve hatta günümüzdeki kadar ayrıntılı kanuni düzenlemeler yoktu. Anadolu Lisesindeki ilk günümüzde ise ayrı bir şaşkınlık yaşadık. Her ne kadar artık daha önceden duyup öğrenmiş olsak da söylenenin doğru olduğunu görmek de şaşırtıcıydı yine de. Ayrıca pek çok husustan habersiz olarak gelenler de hiç de azımsanamazdı. Almanca bölümünde Alman öğretmenlerimiz vardı. Bazıları biraz daha eski bazıları daha yeniydi ama hepsi de bir taraftan Türkçe öğrenmeye çalışıyorlardı, daha önce gelmiş olanlar elbette ki daha iyi konuşuyorlardı bizim dilimizi. Ancak derslerde mümkün mertebe sadece Almanca konuşulmaya çalışılacaktı. Bizim derslerimize en yoğun olarak giren Beate Kipp adlı bayan hocamız henüz yeterince yeni olduğu için mecbur kaldığımız zamanlarda dahi işaret diliyle anlaşmaya çalışmaktan başka çaremiz yoktu. Alman dilini, yazısını ve doğal olarak Alman alfabesini ve yazım kurallarını öğrenmeye başladıkça dilimizden oldukça farklı olduğunu görüyorduk. Gerçi ben altı yaşıma kadar Almanya'da yaşamış ve çocukluğumun ilk dönemini orada geçirmiş birisi olarak belirli bir düzeyde bilsem de aşina olsam da üzerinden beş yıl geçmiş ve ilkokulu Türkiye'de okumuş olduğum için pek çok şey unutulup gitmişti. İlk dikkat çeken şeylerden biri o zamana dek varlığından hiç haberdar olmadığımız bir husustu; Almanca'daki bitişik bazı harfler farklı seslerle okunuyordu. Mesele “eu” harflerini “oy” diye okuyacaktık. Euro sözcüğünü inatla “Yuro” diye değil de bugün bile o zamandan kalma bir alışkanlıkla “Oyro” diye söylüyorsak nedeni budur. Bu öğrenme süreci içerisinde takıldığımız ve hatta zaman zaman gülünç gelen konulardan birisi de Almanca'daki R sesi idi; bizdeki Ğ'ye benzer bir biçimde sesi yuvarlayıp yutarak söylüyorlardı. Uzun süre bunu seslendirmekte direnenlerimiz oldu aramızda. Kuyruklu bir B’ye benzeyen ve adı “eszet” olan harfi (ß)  ise sert bir S gibi okumak yerine B diye okuyanlar sürekli olarak azar işitiyorlardı. Ancak öteki taraftan bu sıkıntılara karşın bize hızla öğrettikleri bir konu vardı; “ch” şeklinde iki harfle yazılan gösterim aslında gırtlaktan gelen H sesini karşılıyordu. Gırtlaksı H sesi Sivas ağzında var olduğu için hiçbirimize yabancı gelmiyordu. Machen (yapmak) ve Suchen (aramak) gibi fiilleri pürüzsüz söylüyorduk. Öteki taraftan gerçekten de başka şehirlerde özellikle batıda öğretmenlik yapmış olan Almanca öğretmenleri bu H sesini öğrencilere öğretebilmekte kimi zaman zorlanıyorlardı kendilerinden sonradan duyduğumuz üzere. Almanca ile geçecek yaklaşık 7 yıl boyunca bunları zihnimizde kazıyacaktık ve bunlar ileride özellikle de İngilizceyi öğrenirken değişik problemler çıkaracaktı. Ch sesini “Ç” diye değil Gırtlaksı H ile olarak okuyarak sık sık karıştıracaktık. Diğer taraftan bu harfi doğru biçimde telaffuz ettiklerinden dolayı şehir içinde kendilerini tanıyan esnaf ve komşuları arasında Alman öğretmenlerimiz için “Sivaslıcayı da amma çabuk öğrendiler” şeklinde yorumlar yapılıyordu.

 

Ek Bilgi:

Sivas ağzındaki seslere dair... 

* Gırtlaksı K (Q): Boğazın alt tarafından (gırtlaktan) çıkarılan K/G karışımı bir sestir. "Qadın, Qurd, Qazma" gibi söylenir. Bu gırtlaksı K aslında gırtlaksı G ile karışır. Arapça'daki Kaf (Qaf) gibidir. Gırtlaktan çıkarılan kalın bir G ile "Gadın, Gurt, Gazma" gibi de söylenir.

* Gırtlaksı H (Azerice X): Boğazın alt tarafından (gırtlaktan) çıkarılan hırıltılı, boğaza takılan kalın bir H sesidir. Bu ses çok belirgindir Sivas'ta. "Bırakh/Bıraⱨ (Bırax), Çakhmakh/Çaⱨmaⱨ (Çaxmax)"...

* Genizsil N (Ň): Genizden gelen yumuşak takıntılı bir N sesidir. "Saňa ne (Sanğa ne), Baňa ver (Banğa ver)" gibi söyleyişlerde olduğu üzere. Bazen ň sesi tamamen yiter ve bunlar "Sağa ne (Saa ne), Bağa ver (Baa ver)" olur.