Sivas’ın Akdeğirmen ve Çayyurt Mahallelerinin 1960'lı Yıllardaki Tarihi Üzerine Bir Derleme

Kaynak Kişi: Mustafa Cılga (kendisine teşekkürlerimle)
Derleyen: Deniz Karakurt

Bengiler: 1960'lı yıllarda Sivas’ın içinden Akdeğirmen’i çalıştıran Bengiler Suyu, ötelerden Paşafabrikası’ndan gelip, Ethembey Parkının sağ tarafından sınır yaparak geçerdi. Bu su çok temiz ve kuvvetli akardı. İki metre genişliğinde kanalın etrafında Beyaz Salkımlar mis gibi kokardı. Bengiler Sokağı’nda Şakirbey Camisi ile Akdeğirmen Camisi arasını görmeliydiniz. Bir sokak düşünün; ortadan dere akıyor, her iki tarafı kavak ve söğütlerle sıralanmış. Derenin her iki tarafında da at arabası geçecek kadar yol ve her iki yakada da birer ve ikişer katlı Sivas evleri vardı. Hanımlar sokağı kendileri sular ve süpürürlerdi. Sonra kapı önlerine birer çul serer otururlardı. El işlerini örerler, komşular birlikte yemekler hazırlayıp gölgeliklerde yerlerdi. İki ağaç arasına kurdukları salıncakta çocuklarını uyuturlardı. Muhakkak evlerin önünde mantisler yanardı. Irmak üzerinde sık aralıklarla rastlanan tahtadan yürüme köprüleri vardı. Pazar günleri elleri keser tutan emmiler bu köprülerin tamiratını yaparlardı. Kurbağa, ördek, tavuk, horoz, ibibik seslerine karışan çocuk sesleri ve bağrışmaları, kavak hışırtıları altında gölgeliklerde oturanların her zaman duydukları olağan seslerdi. Ben ilkokul ve ortaokul yıllarında yaz aylarında sabahları bisikletimle ekmek almak için; Çayyurt çeşmesinden Çenilli Köprüsü, Şakirbey Camisinden sağa dönüp bu güzel sokaktan geçip Akdeğirmen’e bitişik olan Selahattin Abi’nin bakkalından alışveriş yaparak tekrar dönerdim.

Çenilli: 60’lı yıllar… Her mahallenin evleri, insanları akraba gibiydi... Sevgi, saygı ve samimiyette herkesin yeri ayrıydı. Mahallenin bir büyüğü herkesin abisi, emmisiydi, ablası, halasıydı. Zaten her ev Hamdi Efendi’nin keşik fırınında pişirilen aynı ekmekten, aynı gahırdahlı çörekten, aynı katmerden kokardı. Herkes Çenilli çeşmesinin suyundan içerdi. Herkes aynı çeşmede sulanan ineklerin yoğurdunu yerdi. Çayyurt Mahallesi’nde Çenilli mevkisi gençleri ve çocukları terzi, bakkal Bayım Usta ile sürekli bir biçimde muhatap olurdu. Çenilli’yi soracak olursanız; tarifi hayal gibi... Ortasından ırmak akan mahallede üzerinde demir korkuluklu, sağlam beton köprü vardı. Köprü başında bir yanda Muhtar Hamdi Efendi’nin hayrat fırını, bir tarafta 5 - 6 borudan su akan uzun kürünlü Çenilli çeşmesi, arkasında tuvaletler. Önündeki beton alan ırmağa kadar düzlüktü sürekli yün ve kilim yıkayanlar eksik olmazdı. Salkım söğüt gölgesinde çeşme başı sohbetleri. Çeşme üstü tepesinde Tekmezar yatırı ile de bir kutsallığı, saygı duyulan bir yanı vardı. Sabah akşam çobana giden inekler sulanırdı çeşmeden. Paşafabrikası, Taşbent, Etembey Parkı Göleti, Çenilli, Akdeğirmen, Sularbaşı istikametinde akan Murdar Irmak hiç de murdar değil mis gibi temizdi. Etrafında kavaklar, söğütler gölgelik yapardı. Irmaktan ördek, kaz, kurbağa sesleri gelirdi. Tavuklar, horozlar, gürk ve civcivleri ile cıvıl cıvıl bir mahalleydi Çenilli.

Çayyurt tarafından gelirken sağda ırmak; solda Muştak Emmilerin evi, Mevlevi Tekkesi, Konyalılar bahçesi, Hapishane yolu Çenilli Meydanı’nın çevresini belirlerdi. Doğru gidersen Etembey Parkına ulaşırsın. Ortadaki köprüden Bayım Usta’nın dükkanı önünden yokuşu çıkarsan Şakirbey Camisi, Bengiler ve Bezirci’ye ulaşırsın. Köprüden sağa ırmak boyuna kavakların altından gidersen Akdeğirmen’e, Şirinoğlu Hamamı’na ulaşırsın. Mahallelerimiz yeşildi, çayların başıydı, suların başıydı, konaklar yurduydu. Çeşmeleri, ırmakları, bahçeleri, insanları ile Çayyurt, Çenilli, Bengiler, Bezirci, Akdeğirmen, Sularbaşı ile bambaşka bir Sivas vardı o zamanlar.

Mevlevi Tekkesi: Çayyurt Mahallesinde komşularımızdan olan Tekkeliler dediğimiz ailenin bahçesinde bulunuyordu. Müştak Emmi’nin ve Konyalıların bahçeleri ile komşuydu. Konağın bir tarafından Çenilli’ye inilirdi. Ancak arka tarafı bahçe ve elma erik ağaçlarıyla doluydu. Sonrasında ırmak ve hapishanenin telleri vardı. Mevlevihane girişi arkada bahçe tarafındaydı. Günümüzdeki Mevlana Mahallesinde bulunan Mevlana Camisi’nin yerindeydi. Tekke sonradan Mevlana Caddesinin açılması ile yıkıldı. Tekkenin yeri varisleri olan Yüksek Ailesi tarafından Cami olarak bağışlandı. Çocukluğumuzda mahalle arkadaşlarımızla bahçede bulunan haziredeki Mevlevi dedelerin ve dervişlerin kabirlerinin otlarını yolup temizlerdik. Bahçedeki yıldız elmaları toplamamıza teyzeler müsaade ederlerdi. Okunan bir mevlid ile toplanan meyveler, şekerle birlikte dağıtılırdı. Annemler mevlide giderlerdi. Çocukluk işte; hem korkardık, ihlas okurduk, elmalardan da vazgeçmezdik. Ev sahipleri teyzeler de bizlere dua ederdi.

Evimiz: Şimdiki Mevlana Caddesi’nin başlangıcı Çağlayan ve bizim bahçenin yeridir (Çağlayan mevkisi o zaman akan ırmaktaki küçük bir çağlayandır gerçekten). Çayyurt Caddesi de şimdiki Tekmezar Caddesidir. Çayyurt Caddesi’ndeki beş evimizin (No: 19, 19/A, 19/B, 17, 17/A) bir dönümden bir çeyrek kadar daha fazla olan (1250 metrekare) bahçesinde ekşi, tatlı, mayhoş elma ağaçları, armut, can erik, bal erik ağaçları, sayısı 16 tane olan vişne ağaçları, iki tane ön bahçeyi kaplayacak kadar genişlik tutmuş kara söğüt ağacı, 50 civarında kavak ağacı, onlarca iğde ağaçları vardı. En yüksek iğde ağacının üzerinde arkadaşım Erol Düşüncelier ile birlikte yaptığımız Tarzan Evi vardı. Bahçemizin üzerinden akan Kazıklık Irmağı’ndan bağladığımız su künklerle gelir, iki havuzdan geçerek kanalizasyona devam ederdi. Ancak sürekli ayarlayıp temizlediğimiz arklarla tüm ağaçların dibinden sulama şebekesi yapardık. Sekiz kardeş için bahçe sulamak, temizlemek günlük görevdi. Ağaçların arasındaki nar çiçekleri, güller görmeye değerdi. İki ayrı yerde göbekte menekşeler yer alırdı. Vişne ağaçlarının altındaki yere sabitlenmiş masa tüm yemeklerinizin yenildiği, komşuların oturduğu bir alandı. Bu tarif etmeye çalıştığım bahçemizin önünde ırmağın çağlayan yaparak aktığını söylemeden geçemeyeceğim. Tüm mahalle arkadaşları ile çağlayanda çimerdik. Buradan sonra ırmak genişçe yayılır ve tekrar daralarak Selçuk ilkokulu arkasından, Yürükşah ve un fabrikasına ulaşırdı. Daha anlatamadığım çok ayrıntı var... Annem ve Birsen ablam yaz sabahları erken kalkar bahçede kahvaltıyı hazırlar, radyoyu sonuna kadar açar “Türküler Geçidi” ile bizi kaldırırlardı. İlk uyanan bahçede yüzünü yıkayıp Selahattin Abi’nin dükkanına ekmek almaya giderdi. Irmak kenarından taze körpe dallarından kopardığımız naneleri ırmak suyu ile yıkayıp sofraya koyardık. Her şey doğaldı. Zekiye Halanın kazlarının sesi ile uzun bir kahvaltı yapardık. Bahçemiz top oynamaya, balık tutmaya, gezmeye giden arkadaşlarımızın kurtuluş sigortasıydı, akşam babaları “Bu gün neredeydin?” diye sorduğunda “İğneci Musa Emmilerin bahçesinde oynadık” derlerdi. Böylece azar işitmekten kurtulur rahat bir uyku çekerlerdi.

Vişne Ağaçlarımız: Selçuk ilkokulunda okuduğum dönemde bir gün “Anne yarın sınıfçak Etembey Parkına pikniğe gideceğiz” dedim. Annem “Öğretmenin Ayhan Hanım’a çok selam söyle, bizim de bahçemiz park gibi beklerim. Çocuklara ben bakarım,” dedi. Ben de öğretmenimize annemin selamını söyledim. “Teşekkür ederim, dönüşte uğrarız” dedi. Dönüşte bizim eve sınıfça uğradık. Öğretmen Ayhan Hanım “Zeynep Hanım vallahi utandım, keşke buraya gelseydik” dedi. Her kardeşin bir vişne ağacı olmasına rağmen annem kesinlikle bize toplatmazdı. "Vişneler olduğu zaman arkadaşlarınızı çağıralım hep beraber yersiniz. Bana da bir tencere reçellik yeter derdi". Çevrede vişne ağacı çok az olduğundan isterdi ki tüm mahalle çocuklarına ve komşulara tadımlık olsun. Bizlere paylaşım ruhu verirdi. Vişne işi bir günde biterdi. O gün vişne yiyerek ve vişne suyu içerek tüm arkadaşlarımla bayram ederdik.

Eski Değirmen: Çayyurt Mahallesinde ırmak üzerinde bizim evimizin önünde tek katlı değirmen varmış. 1954 yılında yıkılmış. Yemyeşil sık ağaçlı bahçemizin önü muhteşemdi... Yerinde Çağlayan kalmıştı. Bu Çağlayan’da 60’lı yılların sonuna kadar yazın her gün çimerdik. Bu manzara Hükümet Konağı’na sadece 5 dakika uzaklıktaydı. Çağlayan da 68’de ırmak kesilince kurudu. Önünde geniş bir sulak alan yaptıktan sonra Sularbaşı’ndan Hükümet’in arkasındaki Halis Bey’in un değirmenine kadar ırmak devam ederdi. Sularbaşı adı da bu akarsudan hatıra kalmıştır zaten. Kazıklık ırmağı hükümetin yanındaki Halis Beyin değirmenini çevirdikten sonra kaybolurdu. Toprak altından Hükümet binasının arka bahçesinden geçer, Aliağa Camisinden önce son değirmeni çevirip yine yer altından Afyon Sokağı ortasından akan Murdar Irmağına karışırdı.

Çatal Çeşme: Şimdilerde Tekmezar Caddesi dediğimiz cadde eskiden Yürükşah Sokaktı, sonraları Çayyurt Caddesiydi. Kasaplar sokağı başında durduğunuzda karşı sırada sol tarafı oldukça geniş boşluk ve burada Çayyurt Çeşmesi vardı. Çift lüleli çeşmeden boru suyu akardı. Çeşme arkasında orta boy Soku Taşı vardı. Bizim evlerde yokuş yukarı ırmağa kadar çeşmenin arkasındaydı. Çenilli çeşme başında Çayyurt, Sularbaşı, Akdeğirmen ineklerini çoban toplar sürerek götürür. Sonra hanımlar çeşmeye ziyarete başlarlar. Sitillerle ve güğümlerle su taşırlar evlere. Karaçayırdan gelen kağnıların öküzleri burada sulanırdı. Sebze meyve satıcıları daima çeşme başında dururlardı. Gelen giden at arabası, eşek arabası çok olunca çeşme başı oldukça kirlenirdi.

Soku Taşı: Çatal çeşmenin arkasındaki Soku Taşı yekpare bir taştan oyulmuş. Yalnız Eylül ayında yarma, düğürcek, bulgur işlerinde kullanılırdı. Yaz aylarında soku taşına su ve toprak dolduran çocuklara özellikle Fadime Abla ve Salime Abla kızardı. Eylül ayı olunca soku taşı etrafına serilen yaygılarla çeşme başı görüntüsü değişirdi. Gençler tokmak işine koşar yardımcı olurlardı.

Paşa Fabrikası: Altmışlı yıllarda iki metre eninde tertemiz ırmakta gümüş balığı yakaladığımız günleri; maalesef çocuklarımıza bırakamadık. Okullarımız 1 Haziran’da yaz tatiline başlardı. 1968-69-70 yaz aylarında ortaokul olarak öğrencileri benim ve arkadaşlarımın yaz ayları artık Sivas çevre gezilerine dönüşmüştü. 71 Mayıs ayında artık İstanbul’a taşındığımız için yaz tatillerimde değişecekti. Çayyurt Mahallesi arkadaşlarım ile birlikte Tavra Deresinde Taşbent ile Paşafabrikası arasında gümüş balıklarını tespit etmiştik. Burası bizim için mükemmel bir oyalanma yeriydi. Evlerimizden tereyağı, domates, yeşil biber, patlıcan, alüminyum tencere, tabak, tuz tertip ederdik. Bakkaldan adam başı birer ekmek alıp yola revan olurduk. Mundar ırmak boyu konuşarak Paşafabrikası’na giderdik. Orada ateşimizi yakıp bir taraftan da ırmakta söğüt diplerinde balık aramaya başlardık. Eni iki metre olan Tavra Deresi’nin berrak tertemiz suyunda gümüş balıklarını ellerimiz ile tutup söğüt dalına asardık. Sonunda söğüt dalında salkım salkım balıklarımız muhteşem görünürdü. Paşafabrikası’nın "Tatlı Su Gümüş Balıkları" küçük ve çok lezzeti bir tür olduğunu tespit etmiştik. Yıldız Irmağı’nın gümüş balıklarından daha beyaz ve çok lezzetli idi. Paşafabrikası ve Çağlayan üzerindeki yayvan arazi o zamanlar hektarlarca sazlık ve sulak bir alandı. Burası Yedi Gözeler olarak anılan Tavra Suyunun kaynaklarıydı. Yaban ördekleri ve balıkçı kuşları Yedi Gözeler arazisinden eksik olmazdı. Kış aylarında avcılık yapan ağabeylerimiz ile birlikte çantacı olarak giderdik. Paşafabrikası balıkları sular çoğaldığında Mundar Irmaktan ve Bengiler Irmağından Akdeğirmen’e kadar gelirdi. Tencere de Avcı Yemeği yapardık. Odun ateşi üzerinde yayvan alüminyum tencerede tereyağında önce etleri kızartıp çekiyoruz, yeşil biberleri kızartıyoruz, dilimlenmiş patlıcanları kızartıyoruz. Üzerine önce kızarttığımız malzemeleri diziyoruz. Son olarak domates dilimleri ile kapatıyoruz. Su ve tuz ilave edip kaynamaya bırakıyoruz. Bu yemeğin suyuna ekmek banmak muhteşem lezzetti. Derede temizlediğimiz balıkları şiş olarak kestiğimiz söğüt dallarına dizip, tuzlayıp kor ateş üzerinde pişiriyoruz. Irmak kenarından naneleri topluyoruz. Ellerimizi de karga sabunu dediğimiz ot yaprakları ile sabunluyoruz. Siyah isli olan tenceremizi ırmakta kumlayıp eve temiz götürüyoruz. Öğleden sonra toparlanıp sohbet ederek ırmak boyu meyveler toplayıp mahalleye geliyoruz. Diğer günler de bisiklete binmek, top oynamak, bahçelerde meyve toplamak, sinemaya gitmek ve kitap okumak, mahalle oyunlarımızı oynamak ile dolu dolu geçerdi. Çocukluğumuza, arkadaşlarımıza, mahalle oyunlarımıza, koruyamadığımız ırmaklarımıza, balıklarımıza, doğamıza, Sivas bahçelerimize selam olsun. Evet koruyamadık, hata kimde? Suç az ya da çok herkeste…

Kaynak Kişi: Mustafa Cılga

Ek bilgi -1: Kale ırmağının üzerine kurulmuş olan Çiftegöz Değirmeni Mevlâna Caddesinin başlangıcında, o zamanlar Kazıklık dediğimiz yerden beş yüz metre aşağıda idi. Sonra yıkıldı ve yerini Yüncü Zeki abi alarak ev yaptırdı. Aynı derenin üzerinde iki değirmen daha var idi, biri hükümet konağının arkasında diğeri Alaa (Aliağa) Camisinin yanında idi. (Zahit Yüksel)

Ek bilgi -2: Tavra Deresi adıyla şehrin içine doğru gelen ırmak; içerlere gelince kirlenir, maalesef "Murdar Irmak" ismini alır. Nasıl kirlenmesin? Şehrin tüm kanalizasyon şebekeleri buraya bağlıdır (eskiden öyle değilken sonradan kirletilmiştir). Şehrin içinde git gide kirlenir. 1950'li yılların başlarında bu ırmakta balık tuttuklarını gözlerimle gördüm. Sonra da bu ırmağın üzerini kapattılar yol halini aldı. Böylece de bir güzellik yok olup gitti. (Metin Alperdem)

Ek bilgi -3: Tavra Deresi üzerinde Taşbent ile Paşafabrikası arasında bir konak bulunurdu. Bu evin ırmak kenarı 60’lı yıllarda duvarla çevriliydi. Duvarın üst başında bir delikten ırmak suyu bahçeye girerdi alt başında bir delikten yeniden ırmağa çıkardı. Bahçede her cins ördek, tavuk vardı. Sahipleri Tavra deresindeki tarlaları ve Kumlutarlayı ekip biçiyorlardı. En baştan sayarsak akarsu sırasıyla Paşafabrikası, Tavra Köyüne doğru ilerler; Kilise, Maşatlık, Çiftlikler Taşbent, Kumlutarla, Etembey Parkı, Çenilli ve Çayyurt Mahallesi, Sularbaşı mevkilerini geçerdi. Paşafabrikası ana ırmağı bu akarsudur. Celal İnce apartmanın önünden eski İmam-hatip yanından geçip Afyon sokağa doğru akardı. Yalçın sinemasına giden yol üstünde bir köprü vardı. Köprüyü geçince sinema önünden meydana çıkılırdı... Köprünün aksi yönü de mavi köşeye çıkardı. Bu ana kol olan Murdar / Mundar Irmak’tır. Diğerleri olan Kazıklık deresi ve Akdeğirmeni çalıştıran Bengiler deresi aslında değirmenler için yapılan kanallardır. Porsuk Mahallesi arkasında Harmanlık mevkisinde Mundar Irmak üzerinde Taşbent bulunurdu. Kumlutarladaki muhteşem güzellikteki konak yanından Öğretmen Okulu altına doğru Kazıklık kanalı açılmış. Karşı tarafta Etembey Parkına gelmeden de Akdeğirmeni çalıştıran Bengiler kanalı açılmış. Porsuk Mahallesi ise Tavra Deresi sonu, Kumlu Tarla ile Etembey Parkı arasına 60'lı yılların sonunda kurulan mahalledir. (Mustafa Cılga)

Ek bilgi -4: Paşa fabrikasından ileride, mağaraların önündeki değirmenden, Sivas’a kadar değirmenleri, çalışır vaziyette veya yıkılmış halinde gördüm. Hemen şelalenin yanında Tavralılar tarafından çok uzun yıllar önce yapılmış bir değirmen vardı. Biraz ötede Paşafabrikası’nın ilerisindeki tek gözlü değirmene gittim oturdum ve her şeyi seyrettim. İçerisi çok serin ve un kokar. Zaten samimi insanlar, bir de Değirmenci babamın akrabası oldukları için bana daha fazla ilgi gösterdiler. Çok hazin bir hikayesi var, bilmem ki benden başkada bilen, hatırlayan olur mu? Değirmeni 50 küsürlü yıllarda Değirmenci Toran Emmi çalıştırır idi, yanında sucusu vardı Kevork Emmi. Öyle güzel muhabbetle çalışan iki arkadaş, gözlerimle şahit oldum. Toran Emmi variyetli, güzel bir evi olan, iki evli, çocuğu olmayan, iri yarı, Tavralı bir değirmenci. Kevork Emmi usta yardımcısı ona Sucu derler evli aile sahibi. İkiside Bezirci Tarlası sakinleri. Toran Emmi, dedim ya zengindi, bazı günler evine gelirdi. Bir gece Sivas’a geldiğinde Kevork Emmi'nin değirmende yalnız olduğu zaman, tahtadan ranza üzerinde yattığında, değirmene hırsız girer, uyandırmadan, değirmen taşını yerinden oynatan Küskü denilen yerden zor kalkan demirle, zavallıyı hunharca rahmetlik ederler. Değirmende çalınacak ne olabilir ki, Akdeğirmen Mahallesi yasa girdi, komşunun derdi senin derdin, içimde ne cevher vardı, gidip bulmak yakalamak adalete teslim etmek, olmadı, adalete başvuruldu. Katiller bulunamadı. Un değirmenden eve gelir de, gel gör ki nasıl gelir? (Arslan / Lion Arslan – Değirmenci ailesindendir. Kanada'da yaşamaktadır. Sivas'tan ayrılışını şöyle anlatıyor: "Ben Kanada'ya eşim ve iki çocuğumla geldim sene 1975 Temmuz ayında, doğrudan Sivas'tan geldim, Karayollarında çalışırken, işim, gücüm durumum iyi iken, öyle icap etmişti. Burada, karı koca çalıştık, halen tezgahta çalışıyorum. Rahmetlik babam Tomas Usta, o yıllarda Sivas'taki kıraathanelerin bütün semaver, çaydanlık ve demliklerini yapardı. Bütün esnaf ve memur, amiri müdürü herkes tanır ve bilirdi. Sivas'tan hiç dışarı çıkmamış ve çıkmayı da düşünmemiş, nereye gitse hali hatırı sorulmuş. Bilirdi ki Sivas'tan dışarı çıksa yaşayamazdı. Bizler büyüdük işler tuttuk hayatın şekli değişti, önce anlamadık, sonrada anladıysak da çok geç oldu. Kanada'nın yolunu tuttuk.")

Ek bilgi -5: Osmanlı arşivlerinde yaptığım araştırma sonunda Murdar Irmağın asıl ismi Köse Deresi’dir. (İlhami Yıldız)

Derleyen: © Deniz Karakurt
Kaynak belirtmeden kesinlikle paylaşılamaz, alıntı yapılamaz.