Nazım Hikmet 12 yıldan fazla bir süre hapiste kalır, çıktığında Sovyetler Birliği'ne gider (kaçar, sığınır, iltica eder... ne farkederse sanki). Kimilerine göre bir kahraman, kimileri içinse bir haindir. Nazım, Rusya'da büyük bir törenle karşılanır. Kendisine madalyalar, onurlar, ödüller verilir, komünist devletlerin başkanlarıyla görüşür.
Ama bir de bundan sonrası vardır ve kimse bilmez işin arka tarafını, pek de fazla anlatılmaz zaten. Herkes zanneder ki, oralarda rahat içinde yaşadı, keyif sürdü. Böyle sananlar büyük bir yanılgı içindedirler. (Öyleyse okumaya devam edin...) Sovyetler Birliğinde sadece bir ay çenesini tutabilir ancak. Evet sadece bir ay. Ve sonra bir yazı yazar. Stalin'e şöyle demektedir: Benim inandığım ve sizin beni inandırdığınız, uğruna mücadele ettiğim Sosyalizm bu değil. Böyle bir sistem olamaz, bu yaptıklarınızın sosyalizmle, uzaktan yakından bir ilgisi yok ve bunun birinci dereceden sorumlusu sizlersiniz.
Kime söylemektedir bunları? Stalin'e... Yer yerinden oynar. Kimin haddine... Stalin'e karşı bırakın böyle açıktan ve bağırarak muhalefet etmeyi, en ufak bir imada bile bulunamamaktadır Sovyet politikacıları ve aydınları. Çünkü muhalefet zaten kalmamıştır da, artık şüphe duyduğu herkesi bile yedi sülalesiyle birlikte ortadan kaldırmaktadır.
Evet yer yerinden oynar, canına susamıştır Nazım ve bunu kendisi de çok iyi bilmektedir. Ama o bile bile susmaz ve sesini daha da yükseltir. Geçmişte yanılmış olabilir; ya da sistemin doğru, buna karşın uygulayıcılarının yanlış olduğunu düşünür belki; fakat bunlar onun için bir bahane değildir. Sisteme olan inancı nedeniyle yanlışı ve yanlış yapanları -en azından artık kendi gözleriyle gördükten sonra- alkışlamaz, alkışlayamaz. Korkuyu bahane ederek, ya da çıkarlarını düşünerek, sesiz kalmayı da tercih etmez. Ne yapar? Kafa tutar. Kime kafa tutmaktadır? Bir zamanlar yoldaşı olarak yücelttiği Stalin'e... Hem de herkes korkudan kaçacak delik ararken, hiç kimseden muhalefet adına çıt çıkmazken, herkes sadece dalkavukluk ve yalakalık yaparken... O konuşmaya ve eleştirmeye başlamıştır bir kere... Artık susmaya niyeti yoktur. Hem de ülkesinden kaçmış, vatandaşlıktan çıkarılmış, 12 yıl hapislerde çürümüş olduğu halde... "Bana ne, yer içer keyfime bakarım bundan sonra" demez. Hem de buna en müsait durumda olan, bundan en iyi faydalanabilecek kişi kendisi olduğu halde... Uğruna hapislerde yattığı sosyalist rejimi, daha doğrusu o rejimi dayanılmaz hale getiren yöneticileri eleştiren yazılar yazar.
Peşine KGB ajanları takılır, suikast planları hazırlanır Stalin'in emriyle... Kendisine tahsis edilen şoför, bu suikast planının içerisine nasıl dahil edildiğini Nazıma tekrar rastladığında özür dilediğini onun da özrünü kabul ettiğini söyler (karısının namusuyla nasıl tehdit edilerek buna nasıl zorlandığını yıllar sonra bir belgeselde anlatır ve bu belgeseli bizzat izlediğimi belirtmek isterim). Ama Nazım durumdan şüphelenerek Doğu Blokundaki komünist ülkelere geziye çıkar, daha sonra da Stalin ölünce suikastten vazgeçilir.
Nazım'ı seven vardır, nefret eden vardır, iyi yönleri vardır, hataları vardır ama kesin olan bir şey var ki, asla kişisel çıkarları için ve menfaatperestlik adına hareket eden birisi olmamıştır..