Bir kitabımın yazılış öyküsü ve ilginç bir olay...
Aktarma Sözlüğü yaklaşık 25.000 kelimeden oluşuyor. Hazırlık aşaması, gerekli bilgi birikiminin edinilmesi, konuyla ilgili altyapının sağlanması hariç, sadece yazma sürecine 3 yılımı harcadım. Yeryüzünde yaşayan Türk dillerine ve akraba dillere ait tüm sözlükleri taradım. Kırgızca'dan Tuvaca'ya, Özbekçe'den Altayca'ya, Moğolca'dan Yakutça'ya, Hakasça'dan Çuvaşça'ya kadar... 20'den fazla dil ve lehçe... Yetmedi internet veri-tabanlarını tek tek kontrol ettim. Eksik kalmasın diye elde ettiğim sonuçları eski Türk dilleri ile karşılaştırdım, bunun için de Eski Uygurca sözlüklerden Divan-ı Lügat-it Türk'e kadar tüm eski kaynakları baştan sona gözden geçirdim. 10 kişilik bir ekibin 7 yılda yapacağı işi tek başıma yaptım. Ancak kolay bir iş değildi. İlk başlarda birkaç kez ara verdim. Yöntemi tespit etmede zorluklar yaşadım, başa döndüm, bir kaç kez de yazmaktan vazgeçtim ama ertesi gün yeniden devam ettim. Ama asıl en önemlisi kitabın yaklaşık üçte birine vardığımda artık gerçekten pes etmiş olmamdır. Kesin karar vererek bu işle uğraşmaktan vazgeçtim. Çünkü çok yorucuydu. Tek başına yapılabilecek bir iş değildi. Sonunda bana hiçbir getirisi olmayacak bir çabaydı. Deneysel yönü bulunduğu için hiçbir yayınevinin basmayacağından da zaten daha yazmaya başlamadan önce bile emindim. Olayın gerisi ilginç (bence)...
Sözlüğün üçte birine gelmiştim yaklaşık olarak. Çok fazla zaman harcıyordum ama buna karşın yapılan çalışmanın doğası gereği çok yavaş ilerliyordum. Bunaltıcı... O kadar büyük hacimli bir çalışma ki gözümde büyüyordu. En az 10 senede de bitmez diyordum. Sonunda "Ne gerek var" dedim ve bıraktım, belirli bir yere kadar gelmişti ama en az üç katı da iş vardı. Bana hiçbir fayda sağlamayacak bir uğraşın neresinden dönsem yararlıdır diye düşünerek kararımı verdim ve uyguladım. Birkaç gün içinde kafam rahatladı, yorgunluğum geçti. Hayata döndüm sanki yeniden... Daha önce çalıştığım kısımları bilgisayarda klasöre koyup masaüstünden gözümün görmeyeceği başka yerlere sakladım. 2-3 hafta içinde de bu konuyu gerçekten de hayatımdan çıkardım. Ondan sonra da unuttum bile (belki de bir daha asla hatırlamayacaktım eğer aşağıda söyleyeceğim olay gerçekleşmeseydi). Sırtımdan dünyanın yükü kalkmıştı...
Yaklaşık 3 hafta sonra internette dolaşırken, nasıl olduysa bilmiyorum; oradan oraya... Gözüme bir şey takıldı. Atatürk'e dair bir hatıra anlatılıyordu. Hasta yatağında yatarken (ölmeden önce arada sırada bilincinin açılarak konuşabildiği zamanlardaki) son birkaç cümlesinden birisinde orada bulunan bir kişiye vasiyet ederek "Türkçe'yi sakın ihmal etmeyin" diyordu. Dört gün boyunca kendi kendimi yedim... Tam da konuyu kafamda kapatmışken. İlk verdiğim kararı uygulayıp daha da fazla bozmayacaktım rahatımı. Bunun için dört gün boyunca kendimle mücadele ettim. Ama öyle olmadı. Dördüncü günün gecesinde saati sabah beşe kurdum. Ertesi gün geri geçtim bilgisayarın başına. Ondan sonra da 3 yıl boyunca her gün istisnasız tam beşte kalktım, yediye kadar ortamın en sessiz olduğu zamanda çalıştım. Günde dört saat uykuyla durdum. Ama bitirdim. Diğer kitaplardan bir gün para kazanır mıyım bilmiyorum ama Aktarma Sözlüğü kesinlikle hiçbir zaman ücretli olmayacak çünkü ben onu tamamen Atatürk'ün sözü karşılığında yazdım.
Çok zor birşey başarmışım gibi anlatıyorum ama savaş meydanlarında çadırda gece kitap okuyup yazı yazan bir Mustafa Kemal'in yaptığının yanında esamesi bile okunmaz.
Sözlüğü tamamladığımda bu olayı önsözünde yazmıştım. Ancak sonra "Atatürk sömürüsü yapıyor" denilir diye geri çıkardım. Bu olayı yazmam gerektiği konusunda ısrar eden ve madem ki kitaba dair herhangi maddi bir beklenti hiçbir zaman olmayacağı için kimsenin de böyle bir yorum yapmaya hakkı olamayacağı yönünde beni ikna eden kuzenim Orhan Akbulut'a teşekkür ediyorum.


