Atatürk Cumhuriyetin ilanından sonra neden Batılılaşma sürecine girdi? Giriş kısmından sonra tamamen kendi özgün fikirlerimi söyleyeceğim. Yine biraz uzun oldu ama sabırla okunursa faydalı olacağı kanaatindeyim. 

 

Aslında bu konuyla ilgili rahmetli Atatürk'ün bizzat yaptığı bir açıklama var (benzer cümlelerle değişik defalar ifade etmiştir). Çağdaş uygarlıklar seviyesine yükselmek gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla o dönem bilimsel ve düşünsel açıdan Batı medeniyeti dünyanın geri kalanına göre daha ileri düzeyde bulunduğu için ölçüt olarak orası alınıyor. Yani kendisinin bahsettiği şey aslında Batılılaşma değil çağdaşlaşmadır. Attila İlhan bu konuda Atatürk'ün "Batılılaşma" tabirini sadece bir kere telafuz ettiğini onu da kısıtlı bir bağlam içinde kullandığını belirtmiştir. Sadece bir kere... Onun dışında hep çağdaşlaşma (o dönemki tabirle "muasırlaşma") kavramını kullanmıştır.

 

Ancak benim bu konuda ilave olarak biraz daha farklı iki görüşüm var.

 

İlk olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı yeni bir şey değildir, Türkler tüm tarih boyunca karşılaştıkları her medeniyetten pek çok unsuru büyük bir hızla (hatta biraz eleştirel yaklaşalım) kimi zaman hiç düşünmeden almışlardır. Türk tarihine bakıldığında bunun pek çok örneği görülür. Pek çok dini benimsemişlerdir (hatta o kadar ki milli bir din olan Museviliğe bile kendilerini kabul ettirmeyi başarmışlardır). Giysi, alfabe, yazı, yiyecekler, aletler, hukuk, edebiyat, sanat... Karşılaştıkları her kültürden hemen bir şeyler almışlardır, sıklıkla eski olanı terk edip yerine yenisini koymuşlardır. Mesela Uygurlar bu konuda zirvededir. Elbetteki üzerine de kendi buluşlarını, katkılarını eklemişlerdir. Dolayısıyla Atatürk bu konuda ilk değildir son da olmayacaktır. Ortaokul, lise düzeyindeki tarih kitaplarındaki örneklere bakılması bile konunun anlaşılması için yeterli olacaktır. Sanıldığının aksine Osmanlı döneminde bile pek çok defalar rastlanır bu duruma. Sadece bir örnek olsun diye söyleyelim; sadece 5 yıl içinde Fes büyük bir hızla milli bir başlığa dönüştürülmek istenmiştir hatta başarılmıştır da, oysa ki tamamen Kuzey Afrika ülkelerine ait kültürel bir unsurdur. Dolayısıyla yabancı kültürel unsurların hızla benimsenmesi eleştirilecekse bu sadece Cumhuriyet dönemi için değil tüm Türk tarihi için yapılmalıdır.

 

Diğer bir husus ise şudur; sosyal antropoloji kitaplarına bakıldığında ilkel toplulukların kabile savaşlarında düşmanın üzerindeki bazı eşyaların veya giysilerin alındığı anlatılır. Bunun sebebi hırsızlık değildir, savaşçı böylece yendiği düşmanın gücünü kendisine geçtiğine inanmaktadır. Yani düşmanının giysilerinden ve eşyalarından birkaç şey alarak onun gücüne hem saygı duyar hem de kendisini ona eşitler, hatta bir adım öne geçer. Yeri gelmişken bu konuya dair birkaç cümle söylemeden geçmek doğru olmaz. Savaşçının yaptığı şey kimi zaman rastlanan savaş yağmacılığından veya ceset soygunculuğundan çok farklı bir şeydir. Soylu bir savaşçı bu tür şeylere tenezzül dahi etmez. Alınan eşyalar her zaman değerli bile olmak zorunda değildir. Bu nedenle de kendi uygun gördüğü sınırlı sayıda eşya ve giysiyi alır. Yani bir tür ritüeldir bu. Atatürk'ün mantıksal düzlemde yaptığı şey de aslında bu ilkel güdünün tamamen çağdaş bir versiyonudur. Yendiği düşmanın giysilerini, tekniğini, bilimini alarak onun gücünü kendisine (aslında milletine) geçirmiştir. Elbette ki bunun eski dönemlerdeki gibi yerde yatan düşmanın üzerinden bir şeyler alınarak yapıldığını söylemiyoruz. Simgesel olarak benzer bir durumun gerçekleştirildiğini ifade etmek istiyorum. Yani yendiği düşmanı küçümsemek yerine bir gerçeği kabul etmiştir. Karşısında aslında yenebilmek için çok zorlandığı bir düşman vardır ve bir dahaki sefere yenilme ihtimali vardır. Onun için eşitlenmek ve mümkünse öne geçmek gerekir. Gerçek budur. Rahmetli Atatürk de bunu yapmış ve başarmıştır.